Kadın cinayetlerinin “serbestleştirilmesi”
Madem unutturulmak isteniyor, biz ısrarla yine hatırlatalım. İstanbul Sözleşmesi devleti, tarihsel ve toplumsal nedenlerle dezavantajlı hale gelmiş yurttaşlarının can güvenliğine ilişkin aktif biçimde sorumlu addetmektedir.
Başlıktaki ifade abartılı gelmiş olabilir ama basitçe açıklaması mümkün.
Bugün TCK’da bir insanı kasten öldürmenin cezası müebbet hapis, tasarlayarak ya da başka özel saiklerle bu ölümü gerçekleştirmenin karşılığı ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. Ne var ki öldürülen kadın olduğunda bu en üst cezaların hükmü kalmıyor. Erkekler hemen her dosyada haksız tahrikten yararlanıyor.(1)
Cezasızlığın yaygınlığı, kadına yönelik şiddetin, bu cinayet bile olsa belli durumlarda “serbestleştirildiği” anlamına geliyor. Bu nedenle biliyoruz ki önümüzdeki bir yıl içinde bu ülkede yaşayan en az 300 kadın erkekler tarafından öldürülecek. En az diyoruz zira giderek sayısı artan “şüpheli ölümler”, “yüksekten düşmeler” tırmanan şiddeti gösteriyor. (2)
Tarihsel olarak bakıldığında kadına yönelik şiddet, ceza alanına çok geç, yetersiz ve çarpık biçimde girmiştir. Örneğin pek çok ülke için geçen yüzyılın yarısına kadar tecavüz, “bir erkeğin başka bir erkeğe karşı işlediği mülkiyet suçu” konumundadır.
Elbette koşullar değişmiştir, mücadele ve kazanımlar vardır ama şiddet bitmemiştir. Çünkü kadına yönelik şiddet dediğimizde daha sistemsel bir şeyden bahsediyoruz. Çünkü kadına yönelik şiddet, erkek egemenliğinin kurucu unsurudur, zorunlu ve içseldir. Bu ise aslında muazzam bir çelişkiye işaret eder.
Çelişki şuradadır. Kadın yaşam verdikçe yaşamdan koparılır. Kadın yaşamı var ettikçe, doğurmaktan bakım hizmetine yaşamı yeniden ürettikçe, yaşamı elinden alınır. Kadın ürettikçe, tükenir, tüketilir.
***
Kadına karşı şiddetle ilgili TCK değişikliği teklifinin Adalet Komisyonunda görüşülmesi gündemde malum. İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin ardından gündeme gelen çeşitli reform denemeleri, kadına yönelik şiddetin nasıl da önemsizleştirildiğinin bir göstergesi niteliğinde. Tüm bu girişimler, "serbestleştirmenin" beceriksizce gizlenmesinden başka bir şey ifade etmiyor. Hülya Gülbahar şöyle ifade ediyor:
“İyi hal dediğimiz kısaca takdir indirimleri sınırlandıracağız, kravat indirimi saygın tutum indirimi gibi kötü kullanmaların önüne geçeceğiz. Evet ama bunları değiştirmek için kanun değiştirmek gerekmiyor ki. Madde açık yanlış uygulanıyor. Mahkemede 'boynunu bükene indirim yaparsınız' yazmıyor. Bazı suçlar içinse cezası arttırılıyormuş…Cezaları arttırmak bir çözüm değil kaldı ki dalga geçer gibi artışlar yapılmış. Mesela kasten yaralama suçu cezası 4 ay hapis cezasıyken 6 ay oluyor. İki ay mı kadınlara şiddeti durduracak? Tehdit suçu cezası 6 ay hapis cezası imiş 9 aya çıkarılmış. Bunlar iki yıldan az suçlar olduğu için zaten paraya çevriliyor, erteleniyor yani bunlar zaten uygulanmayan cezalandırmalar.”(3)
Yasalar uygulanmıyor ama yine de yeni yasalar çözüm diye sunuluyor. İstanbul Sözleşmesi unutturulmaya çalışırken, önleyicilik ve devletin sorumluluğu tümüyle gündemden kaldırılıyor.
Madem unutturulmak isteniyor, biz ısrarla yine hatırlatalım. İstanbul Sözleşmesi devleti, tarihsel ve toplumsal nedenlerle dezavantajlı hale gelmiş yurttaşlarının can güvenliğine ilişkin aktif biçimde sorumlu addetmektedir.
Şiddetin, çeşitli mekanizmalarla sorumlusu devlettir. Muhatap devlettir. Devletin görevi bellidir: Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi.
Devlet bir takım önlemler almak, mağdurlara barınma ve istihdam için bütçe ayırmak, kaynak aktarmak, öngörülen hukukun ekonomik mantığını benimsemek zorundadır. Zira Sözleşmeye göre -CEDAW’dan farklı olarak -devlet “ekonomik şiddeti” tanımlamak, kadınların “ekonomik bağımsızlıklarını kurmalarını” hedeflemek zorundadır. Sözleşmenin tanımladığı ekonomik şiddetin kapsamı kadın istihdamına izin verilmemesi, istenilmeyen bir işte zorla çalıştırılması, iş hayatındaki ileri pozisyonların kısıtlanması, eşit işe eşit ücret verilmemesi ve kadının daha az kazanması gibi birçok örnekle genişletilmektedir.
Tüm bunlar sistemsel olana uzanmaktadır. Kadın istihdamının yüzde otuzu zor bulduğu, çalışan kadınların yüzde 60’ının asgari ücrete mahkum edildiği bir tabloda İstanbul Sözleşmesi bir hukuk metninden fazlasına işaret etmektedir. Sözde reformların gizlediği de budur.
Kaynakça:
http://yarinhaber.net/yazarlar/68844/kadin-cinayetlerinin-gizlenen-boyutu