İsyancı kolektivizme yazık etmeyelim

Matematikte eğrilerin “tepe noktaları” olduğunu biliyoruz.

Örneğin yükselen bir eğri bir noktada “durur” ve ardından inişe geçer. Matematikte böyledir; ancak, aldıkları oya göre değerlendirildiğinde, siyasal iktidarların yükseliş ve düşüş eğrilerinin matematikteki kesinliği taşımasını bekleyemeyiz. Öyle etmenler devreye girebilir ki başka pek çok açıdan “iniş halindeki” bir siyasal yapı bir noktadan diğerine oylarını artırabilir de…

Türkiye’de 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde olduğu gibi.

***

Seçimleri ve muhtemel oy hesaplarını bir yana bırakırsak, Türkiye’de bir başka eğrinin kendi tepe noktasına ulaştığını söyleyebiliriz. Bu “başka” eğriye İsveçli Marksist Göran Therborn’un bir değerlendirmesinden hareketle 10 yıl kadar önce değinmiştik. Therborn, 2008 yılında, dünyanın pek çok ülkesinde “itaatkar bireyciliğin” 1960’lı ve 70’li yıllara damgasını vuran “isyancı kolektivizmin” yerini aldığını söylüyordu (Marksizmden Postmarksizme, çeviren: Devrim Evci, Dipnot yayınları 2011, s. 37).

Şimdi, diyoruz ki Türkiye toplumunda “itaatkar bireycilik” eğrisi özellikle 2013 Gezi Direnişiyle birlikte tepe noktasında durmuştur, yani ondan sonra artık yükselişini sürdüren bir eğri değildir. Buna karşılık, “isyancı kolektivizmin” yükselme eğiliminde olduğunu görüyoruz.

Her ikisi hakkında da söylenecek şeyler var.

***

İtaatkar bireycilik kavramı soyut bulunuyorsa, kokainci Kürşat Ayvatoğlu tipolojisine bakılabilir. İtaatkar bireyciliğin başat özelliği, başarıya ve servete tapınmadır. Öyle “kemik İslamcı” falan olmak da gerekmez; gücün nerede, kimde olduğunu tespit edip oralara tam boy itaat edeceksin, bu itaat karşılığında sana sunulan ya da kendi bulduğun imkanlardan sonuna kadar yararlanıp servete ve “başarıya” ulaşacaksın, yani “birey olarak” kendini gerçekleyeceksin…

AKP’nin siyasal yükselişine eşlik eden “itaatkar bireyciliğin” tırmanma eğrisi kendi tepe noktasına ulaşmıştır. Bu noktanın ardından itaatkar bireycilik pratiklerini besleyen kaynaklar kıtlaştığı gibi “içerden patlamalar” da kaçınılmaz hale gelmektedir.

En üst kademelerde, yurt dışındaki bilmem hangi “business school”da okumuş prenslerden daha alt kademelerdeki Ayvatoğullarına kadar, biat temeli üzerinde yükselen “bireysel başarı öyküleri” artık pek yazılamayacaktır.

***

Bizim asıl ilgi alanımız ise “isyancı kolektivizm” olmalıdır.

İsyancı kolektivizmin, karşısındaki itaatkar bireyciliği yerinden edip şimdiden başat hale geldiği gibi uç noktalara gitmemek kaydıyla, bu eğilimin yükseliş halinde olduğunu söylemekte sakınca yoktur.

Eğilim, evet, yükseliş halinde; ama çoğunlukla parçalı kaldığı, örgütlenme ve eşgüdüm açısından pek çok eksiklik taşıdığı da bir gerçek.

Mevcut parçalı durumu, örgütlenme ve eşgüdüm eksikliklerini bir “zaaf” değil tersine “meziyet” sayan eğilimlerin olduğunu belirtmek gerekir. Bu eğilimlerin, bir zamanlar moda olan “nerede hareket orada bereket”, “anti-politik politika”, “örgüt olmayan örgüt” gibi söylemleri günümüzde yeniden tedavüle sokmaya çalıştığı da söylenebilir.

Doğrudur; hareket ve hareketlilik önemlidir ve pek çok durumda da çıkış, başlangıç noktası olabilir. Ancak, hareketle örgütlenme ve eşgüdüm arasında, ilkinin diğerlerini öncelemesini öngören bir kronoloji kurulması yanlıştır. Örgütlenme, ilk çıkış/başlangıç noktasından sonra hareket ve hareketlilikle eşzamanlı yürümek zorundadır. Bunu, “kitaplarda böyle yazdığı” için söylemiyoruz; hangi formda olursa olsun, örgütlenme aynı zamanda yeni hareketlenmelerin fitilini de tutuşturacağı için vurguluyoruz.

Sonuçta, yükselen bir eğri olarak “isyancı kolektivizm” örgütlülük boyutundan yoksun kalırsa, hareket, saman alevi gibi olmasa bile kolay söndürülen küçük ölçekli mevzi yangınlar olacak kalacaktır.

Son bir ek daha: Biz beğenelim beğenmeyelim, başka her yerde olduğu gibi günümüz Türkiye’sinde de geleneksel siyaset düzleminde karşılığı, sesi, sözü, izi, vb. olmayan her hareket, katılanlarını bir süreliğine ne kadar mest ederse etsin sonuçsuz kalacaktır.

Bari “isyancı kolektivizme” yazık etmeyelim.