İnsanı temize çekmek

2014 Orhan Kemal Roman Ödülü töreninde Işık Öğütçü, ödül tanrılarının baş tanrısı Nobel ödülünü bir dolayımlı özne olarak dillendirme gereği duymuştur; daha önce Orhan Kemal Ödülü verilen Orhan Pamuk’un Nobel ödülü aldığını anımsatmıştır. O yıl ödül verilen Hamdi Koç da Nobel ödülü alabilir mi demek istemiştir; yoksa Nobel alan yazarın kitabını ödüllendiren Orhan Kemal Ödülünü mü cazip hale getirmeye çalışmıştır?

Demek, “işçilerin hatırası önünde saygıyla eğildikleri” Orhan Kemal’e, yapıtlarının ve okurlarının sağladığı saygınlık yetmemektedir. Ödül varsa yabancılaşma vardır. Yabancılaşma, insan ilişkilerindeki sömürünün türevidir. Yabancılaşmanın sürmesi için “kurmaca”nın, “yalan”ın yoğunlaşması gereklidir. Yabancılaşmanın olduğu bir evrende Orhan Kemal ile Hamdi Koç, elmalar ile taşlar kıyaslanabilmekte, birbirlerinin yerine geçebilmektedir.

SKANDALI ORTADAB KALDIRAN SKANDAL TOPLUM

Gerçekçi ve insan sevgisi dolu yazar Orhan Kemal’e taban tabana zıt bir yazarın, Hamdi Koç’un kitabına 2014 Orhan Kemal Ödülü verilmesi bir skandaldır. Ancak ne verenlerde ne de alanda bir skandal mahcubiyeti görülmüştür. Taylan Kara, aylarca, Orhan Kemal Roman Ödülü’nün gerçekçilik karşıtı bir yazara, Hamdi Koç’a verilmesi bir skandaldır diye yazıp durdu, muhataplarından ses çıkmadı. Bu ödülü belirleyen seçici kurul üyeleri bu kitabı okudular mı, diye, başka bir soru ortaya attık. Hiç kimseden çıt çıkmadı.

Guy Debord’un “Gösteri Toplumu”nda bu durumu anlamaya elverişli bir açıklama bulduğumu düşünüyorum: “Asla cezalandırılmamış olan her şey gerçek anlamda serbesttir. Bu durumda skandaldan söz etmek artık modası geçmiş kaçmaktadır.”[1] Ne demek istiyor Guy Debord, günümüz Türkiye’sini mi anlatıyor? Ayrıntılarıyla belgelenen hırsızlık ve rüşvet suçlarının yargı dosyalarının imha edildiği bir ülkede, yerleşik ahlak ve toplumsal değerler dizgesi karşısında ayıplanmayı anlatan “skandal” gibi hafif sayılabilecek bir tepkinin var olmasını bekleyebilir miyiz? Devamı da, “paralel maralel”, Türkiye’yi pek çağrıştırıyor: “İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ardından kısa bir süre sonra bütün dünyanın dahil olduğu bu dönemi en iyi özetleyen sözler, hem resmi hükümetin hem de P.2, yani Potere Due denilen paralel hükümetin üyesi olan bir devlet adamına aittir: ‘Bir zamanlar skandallar vardı ama artık bunlardan eser kalmadı.’”[2] Bizim durumumuza uyarlarsak, soru şu: Yıldız Ecevit’in, 12 Eylül’ün Türk edebiyatına iyilik yaptığını yazabildiği koşullarda, bunun eleştirilmediği, sorgulanmadığı bir edebiyat dünyasında herhangi bir skandal olabilir mi?

Debord’ın sırlı özsözler biçiminde yazılmış tezlerinde şunu da okuyoruz: “Gösteri, insanların olup bitenleri görmezlikten gelmelerini ve yine de anlaşılabilen bir şey varsa bunu derhal unutturmayı büyük bir ustalıkla başarır."[3]

Düzenin kendisi skandaldır ve buna karşı topyekûn devrimci bir muhalefet yaratmadan, ayrı ve yeni bir dünyanın insani değer ve ölçütlerini, gerçek dünyada hayata geçirmeye adım atmadan zulüm ve haksızlıklar karşısındaki suskunluğun aşılmasını bekleyemeyiz.

GUY DEBORD'UN 'GÖSTERİ TOPLUMU'

Yaşadığımız kapitalist toplumu, “gösteri toplumu” olarak tanımlayan GuyDebord’a kulak vermekte yarar var. İnternet ağı ve cep telefonu ömrünün son zamanlarında yeni yeni kullanılıyordu. “Gösteri Toplumu”nu, daha da eskiden, 1967’de yazmıştı. 1988’de yirminci yılında ek tezlerle tamamladığı kitabındaki birçok düşüncesinin ne kadar doğru çıktığını görmüştü. Debord’un önemi, kapitalist üretim tarzını, artı değer sömürüsünü göz ardı etmeden kapitalist toplumun gerçekleşme biçimi, hayatı ele geçirişi ve ideolojik etkinliği üzerine zengin çağrışımlara açık tezler ortaya koymasıdır. Onun, “gösteri toplumu” kavramıyla açıklamaya çalıştığı bu toplumda bütün insanlar seyirciye indirgenmiştir. “Sansür asla bu kadar mükemmel uygulanmamıştı.”[4] der, Debord, bu toplumda, “Gösteri üç gün boyunca bir şeyden bahsetmediği zaman o şey hiç var olmamış gibidir."[5]

Hamdi Koç’un, Orhan Kemal Ödülü verilen Çıplak ve Yalnız kitabında işportacı diliyle 599 sayfa boyunca Mesut’un ağzından sürdürdüğü uzun monoloğu, Debord’un şu “gösteri” tanımında bulmak ilginç: “Gösteri, mevcut düzenin kendisi hakkında verdiği kesintisiz söylev, onun övgü dolu monoloğudur."[6] Diyalog bozulmuş, monolog dayatılmışsa orda despotizm vardır. Postmodern edebiyat insani güzellik ve değerleri yıkıma uğratan bir despotik monologdur.

İnternet ağları ve taşınabilir telefonların yaygınlaşmasıyla her saniyemiz medyalaşmışken, Debord’un şu tezi, günümüz toplumunu, 30 yıl önceden daha iyi tanımlamaktadır: “Çünkü artık ne agora ne de genel topluluk mevcuttur; ne de aracı kurumlarla ya da özerk kuruluşlarla, salonlarla, kahvehanelerle, bir işyerinin işçileriyle sınırlı topluluklar kalmıştır; insanların kendilerini ilgilendiren gerçekleri tartışabilecekleri hiçbir yer yoktur çünkü kendilerini medyatik tartışma ve onu nakletmek üzere örgütlenmiş güçlerin ezici varlığından asla uzun süre kurtaramazlar.”[7] Debord’un konumuzu yakından ilgilendiren bir başka tezi de şudur: “Gösteri karşıtı olup ün kazanmak hemen hemen olanaksız hale gelmiştir. Ben, bu şekilde ün kazanmış son canlı örneklerden biriyim; ve üstelik asla başka bir konuda ün sahibi olmadım. Ama bu da son derece şüpheli bir hale geldi. Toplum gösteri toplumu olduğunu resmen açıkladı. Gösteri ilişkilerinin dışında kalarak tanınmak, zaten toplum düşmanı olarak tanınmakla eşdeğerlidir.”[8] Böyle bir toplumda, gösteri dışından yazıp çizmeye çalışan bizlerin sesi duyulmaz. Bizim tariflerimize göre “skandal” olan bir şey, düzenin olağan işleyişidir. Baksanıza, ödül veren seçici kurulun kitabı okumadığından, onu başyapıt ilan eden ünlü yazarın, okumadan bu kanıya vardığı gerçeğine ulaştık. Yine de gösteri bizi de kapsamaya başladı ki, gerektiği ölçüde şaşıramıyoruz.

İNSANI İYİYE VE GÜZELE TAŞIYAN YAZARLAR

Sait Faik’in ölümünden kısa süre önce yayımlanan “Kayıp Aranıyor” romanında, Konsolos Vildan Bey, “-Anlıyamıyorum, kendimi çok zorluyorum, anlıyamıyorum. Niçin, neden bugünkü kitaplar… bizim gençlerinki olsun, Fransız yazıcılarınınkiler olsun insanın hep kötüsünü, hayatın çirkin tarafını, ümitsizliği, hiçliği, boşluğu konu olarak alıyor. Hep kötüler mi var? Dört bir yanımız sefalet, hastalıkla mı çevrili? Her gördüğümüz zalim, katil, egoist, hasut, kindar, yarı deli ahlâksız mı?”[9] diye tepki gösterir. Sait Faik, edebiyattaki bozulmayı evrensel ölçekte görüyordu. Roman kahramanının tepkisiyle uyarıcı olmayı denemişti. Ama bu bozulmanın günümüzdeki ölçüde olmasını tahmin edemezdi. Bizim 1950’lere kadar çok güçlü, gerçekçi, insani ve toplumsal haksızlıklara duyarlı bir edebiyatımız vardı.

Cengiz Gündoğdu, “Estetik Kalkışma”da, bu tür bozulmuş bir edebiyat anlayışıyla yazılan yapıtları, “insan yetisinin yanlış kullanımı”[10] olarak niteler. “İnsan yetisinin böylesine boş, yanlış kullanımına gerçekten üzüldüm. Nesneleri olayları böylesine karışık kullanmak ancak insanın becerisidir, insanın yetisidir. Koyu, çok koyu bir yabancılaşmayla olabilir bu. Böylesi yapıtları ‘kuramlarla’ açıklayanlar da koyu, çok koyu bir yabancılaşmanın içindedir.

İnsanın kendine, insana, topluma yabancılaşmasının tatsız sonuçlarını bu yapıtlarda açık seçik gördüm.”[11] der. Gündoğdu’nun bu değerlendirmesini “Çıplak ve Yalnız” kitabı için de yapabiliriz. 12 Eylül’le kurulan gösteri toplumunun vitrinine çıkarılan bu tür yazarları ve kitapları eleştirmen, kuramcı demagojileriyle yüceltenlere de uygun bir değerlendirmedir bu.

Oysa gerçekçi yazarlar, en kötü insanın bile, koşullar değişik olduğunda başka biri olabileceğine, düzelebileceğine inanırlar. İnsana ve topluma iyimserlik ve umutla bakarlar. Sait Faik, “Medarı Maişet Motoru” romanında şöyle yazar: “Motorun sahibi sarhoş herifin biridir. Biridir ama sevilmeye layıktır. İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.”[12] Orhan Kemal de, insana böyle bakar, herkesin suçlu dediğinde insani bir damar bulur ve bize gösterir.

Gerçekçi yazarlarımız roman ve hikâyelerini insanın iyi ve güzel yanını geliştirmek için yazarlar.

Sait Faik’in roman kişisi Vildan Bey, sanatçıdan iyilik ve güzellik bekler: “O bize doğruyu, güzeli, hayali ama olacak bir hayali, hiçbir işareti gözükmeyen, daha doğrusu bizim göremediğimiz, olmak üzere olanı vermeli. Ne çıkar kötülüğü, şeytanı, çirkini, gayri tabiiyi tasvirden.”[13] der. Vildan Bey ne kadar az da olsa insanın sevgi ve iyiliğinin övülmesinden, edebiyatta işlenmesinden yanadır.

Günümüz postmodern yazarları, bunun tersini yaparlar, insanı bir bataklığa mahkûm etmekten sanki hastalıklı bir haz duyarlar.

İNSANI TEMİZE ÇEKEN EDEBİYAT

Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında, insani duyarlığıyla, dünya edebiyatında eşine az rastlanır bir sahne vardır. Köse Hasan, hasta ölüm döşeğinde, Köse Topal’ın işçilere kiraladığı handadır. Tuvalete gitmek ister ama kalkıp gidecek gücü yoktur. Topal’dan yardım ister, o ise aybaşında alacağı oda kirasının peşindedir. Yardım etmediği gibi, Hasan’ı tersler. Bu sırada, romanın en lümpen kişisi, yankesici, ezilmiş, suçlu, Hidayetin Oğlu gelir. Köse Hasan’ı tuvalete götürür ve kendi başına yapamayacağını anlayınca bir çocuk gibi ona yardım eder. Orhan Kemal, romanın en kötü kişisine, en insani davranışı yaptırır.

Onlar, Orhan Kemal ve Sait Faik soyundan yazarlar, insanı severler, insanı hep güzele ve iyiye kavuşturmak için uğraşırlar. Ben onların bu yaptığına, insanı temize çekmek diyorum. Onlar, insanı temize çekmek için gece gündüz demeden yazdılar, nice güçlük içinde umut ve öfkelerini yitirmeden ürettiler. Bugün eğer birazcık iyi ve güzel kalmışsak, gösteri toplumunun karşısında direniyorsak, bunda onların büyük emeği vardır.

Nâzım Hikmet’lerin, Sait Faik’lerin, Orhan Kemal’lerin, Kemal Özer’lerin, insanı temize çeken bir edebiyatın çocuklarıyız biz. Umut ve öfkemizin kökleri onlardadır.

Not: Bu yazı, yayın hazırlıkları süren Best Seller Okumama Kılavuzu kitabımın bir bölümünden alınmıştır.



[1]GuyDebord, Gösteri Toplumu, s. 137, çeviren: Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent, Ayrıntı yayınları, 1996, İstanbul.

[2}A.g.e., s. 137

[3]A.g.e., s. 131

[4]A.g.e., s. 137

[5]A.g.e., s.136

[6]A.g.e., s.19

[7]A.g.e., s. 135

[8]A.g.e., s.134

[9]Sait Faik, Kayıp Aranıyor, s. 22, Varlık Yayınları, 1953, İstanbul

[10]Cengiz Gündoğdu, Estetik Kalkışma, s. 830, İnsancıl Yayınları, 2012, İstanbul.

[11]A.g.e., 830

[12]Sait Faik Abasıyanık, Medarı Maişet Motoru, s. 21, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, İstanbul

[13]Sait Faik, Kayıp Aranıyor, s. 23