Türkiye’nin bugün geldiği noktayı kavramada tarihsel boyutla destekli soyutlamalar yararlı olabilir.
Böyle bir soyutlamada, Cumhuriyet tarihini belirli kişilerin isimleriyle anılabilecek iki döneme ayırmak mümkün görünüyor. İlk isim, İsmet İnönü’dür (İİ). Cumhuriyet’in 1923’ten 1965’e kadar uzanan dönemi bizce “İİ Türkiyesi”dir.
İİ, 1923’ten 1965’e kadar uzanan 42 yılın 29 yılında devlet ve hükümet başkanı olarak ülkenin yönetiminde birinci derecede söz sahibi olmuştur. Atatürk’ten sonra toplamda 16 yıl daha bu mevkilerde yer aldığından, kendisini Yeni Osmanlı, Jöntürk, İttihat ve Terakki ve nihayet “Kemalizm” diye giden bir çizginin en son temsilcisi, bu çizgiyi 1960’ların ortasına kadar taşıyan başlıca siyasi figür olarak görmek mümkündür.
İkinci isim ise Recep Tayyip Erdoğan’dır (RTE).
RTE 17 yıldır Türkiye’yi yönetmektedir ve bugünkü Türkiye pek çok açıdan RTE Türkiye’sidir. Kendisi, Abdülhamit’ten Hürriyet ve İtilaf’a, oradan Demokrat Parti’ye ve ANAP’a doğru uzanan bir çizginin en son, giderek “hepsini içerip aşan” temsilcisidir.
***
İki Türkiye arasında çok önemli bir nitel fark vardır.
1965 yılına kadar gelebilen İİ Türkiye’si, Cumhuriyet’in Atatürk’ün damgasını taşıyan ilk dönemini içerip aşmamış, sadece bu dönemi gidebileceği yere, “mantıki sonuçlarına” taşımıştır. Bu nedenle, koşullara göre düzen içinde “eksiltilmesi” ve “başkalaştırılması” mümkün olmuştur.
Buna karşılık RTE Türkiye’si kendi öncüllerini içerip aştığından (tam da bu nedenle) ilki gibi kendi mantıki sonuçlarına varmış bir Türkiye değil ucu açık, başka noktalara yönelme potansiyeli taşıyan bir Türkiye’dir. Düşünülebilecek olanın tersine, RTE Türkiye’si bu nedenle düzen içinde eksiltilmesi ve başkalaştırılması mümkün olmayan bir Türkiye’dir.
Bize göre “diyalektik” siyasette böyle işler: “Ben gelebileceğim yere geldim” diyen, geldiği yerden ödün vermeye açıktır ve başkalarının kendisinden ödün koparması mümkündür. “Benim daha gideceğim yol var” iddiasını taşıyanlar ise böyle değildir; ne olursa olsun, yollarında ısrar edeceklerdir.
***
Biz kendi düşüncemizle böyle diyoruz, bunları söylüyoruz; ama bugünkü muhalefetin ana gövdesinin böyle düşünmediği apaçık ortadadır. Bu gövde, İİ Türkiye’sinin geri gelmeyeceğini pekâlâ bilmektedir; asıl gündemi, örtük olarak kabullenilen RTE Türkiye’sinin birtakım makyaj işlemleriyle sürdürülmesidir.
Böyle bir gündemin “gerçekçiliğini” iki açıdan sorgulamak durumundayız.
Birincisi: Zorladıklarında, karşılarında sadece direnen bir RTE’yi değil karşı koyan, bir ihtimal her şeyi göze almış bir RTE Türkiye’sini bulacaklardır. Buna hazırlar mı? İkincisi: “Başardık” dediklerinde önlerinde bulacakları Türkiye, özünde 17 yıllık müktesebatın önemli bir bölümünün “korunduğu”, ama başkaları tarafından yönetilmeye çalışılan bir RTE Türkiye’si olacaktır. Buna razılar mı?
Türkiye’de muhalefetin, formel anlamda “ana gövdesi” dışında bu gövdeyle ilişkili ya da ilişkisiz, hiç küçümsenmemesi gereken başka unsurları da vardır.
Günümüz gerçekliğinde bu unsurların az önceki “sorgulamalar” açısından yapması gereken, birilerinin “başarı” saymaya hazır göründükleri sonucun ne anlama geleceğini sürekli hatırlatmak ve direnen RTE Türkiye’si karşısında ne yapılması gerekiyorsa ona hazırlanmaktır.
İİ Türkiye’sinin ve RTE Türkiye’sinin ötesinde “başka bir Türkiye”, bu görev başarılabildiği ölçüde gerçek anlamda gündeme gelecektir.
***
Son olarak “ya şu aktörler ve faktörler” diyeceklere iki önermemiz olacak.
Birincisi: Dış güçler, emperyalist merkezler ve odaklar denecekse (meraklısı buna Soros’u da katabilir) bunların bugün birtakım tercihleri, dilek ve temennileri olabilir; ama günümüz dünyasında Türkiye’nin yakın geleceğini ülkenin kendi dinamiklerini de aşarak belirleyebilecek durumda oldukları söylenemez.
İkincisi: Sermaye sınıfı denecekse, bu sınıfın da bugün birtakım tercihleri, dilek ve temennileri olabilir; ama şimdilik kendi ağırlığını şu ya da bu kesimden yana koyma gibi bir niyeti yoktur, o da “bekleyelim görelim” demektedir.
“Türkiye’yi ne hale getirdiler” diye hayıflanmaya hiç gerek yok.
Bu durumun ve koşulların sunduğu fırsatlardan yararlanarak iki Türkiye’nin de ötesine doğru ciddi bir hamle yapılabilirse, belki geriye dönüp “İyi ki Türkiye’yi o hale getirdiler” bile diyebiliriz…