Sosyalizmin kurucularının ve “ustaların” teorik tespit ve çıkarsamaları kendi tarihselliklerinin ötesinde değer taşır. Burada “değer” derken bir kusursuzluktan çok kullanılan kavramların güncellenmeye/uyarlanmaya olanak tanıyan zenginliğini vurguluyoruz.
Sonra, herhangi bir tespitten değil teorik içerik taşıyanından söz ediyoruz.
Bu ikisi varsa, aradan ne kadar uzun zaman geçmiş olursa olsun dönüp bakmakta, yeniden değerlendirmekte yarar vardır.
Ama bir konuda rahat davranarak: Değer taşıyan “eski” teorik tespitlerin, bu tespitlerin nesnesi durumunda olan olguların tarihsel gelişimi ve değişimiyle birlikte yeniden yorumlanmasında hiçbir sakınca ya da “münafıklık” yoktur…
Yazıda, iki “kurucunun” günümüz ve Türkiye açısından anlam taşıdığını düşündüğümüz iki kavramına /tespitine kısaca değineceğiz.
***
Birincisi Marx ve “ilk birikim” (primitive accumulation) kavramıdır.
Kısaca özetleyelim: Marx kapitalizm çözümlemelerinde bu üretim tarzının tarihsel önceleyeni olarak ilk birikime özel yer verir; ilk birikimin özü, üreticilerin üretim araçlarından koparılması ve bu koparma işlemlerinde “ekonomi dışı” araçlara ve zor’a başvurulmasıdır.
Şimdi, soru şu: İlk birikim, kapitalizmi önceleyen belirli bir tarihsel dönemle birlikte bitmiş, kapanmış mıdır? Yoksa geçmişte kapitalizmin ortaya çıkış önkoşulları arasında yer alan ilk birikim günümüzde yeni biçimler alarak bu kez kapitalizmin kendini yeniden üretmesinin başlıca unsurlarından biri haline mi gelmiştir?
Bugün pek çok Marksist, ekonomi dışı araçlara başvurarak gerçekleştirilen (ve bu kez sermaye sınıfının kendisine de yönelebilen) mülksüzleştirme, transfer ve el koymaları tarihsel anlamdaki ilk birikimin günümüzdeki devamı olarak değerlendirmektedir.
Kuşkusuz tartışılabilir; ancak bu görüşe belirli bir değer verilecekse ki verilmesi gerektiği görüşündeyiz, Türkiye’de AKP iktidarında yapılanları “kapitalizme ters”, “kapitalist rasyonaliteye ya da meşruiyete aykırı” uygulamalar olarak görmenin hiçbir anlamı yoktur.
Sermaye sınıfı içinden bir kesimin bunlara dur demesini beklemenin de…
Konunun meraklıları için bir kaynak: Massimo De Angelis, Marx and Primitive Accumulation, The Commoner no.2, Eylül 2001, https://tr.scribd.com/document/54292051/De-ANGELIS-Massimo-Marx-and-Primitive-Accumulation-the-Continuous-Character-of-Capital-s-Enclosures-2001
***
İkincisi, Lenin’in Devlet ve İhtilal’de söylediğidir:
“Demokratik cumhuriyet, kapitalizm için mümkün olan en iyi dış örtüdür (kabuk-MÇ) ve sermaye bu en iyi dış örtüye bir kez kavuştuktan sonra kendi iktidarını öylesine güvenli biçimde kurar ki burjuva demokratik cumhuriyette hiçbir kişi, kurum ya da parti değişikliği bunun sarsamaz.” (Secme Eserler [İngilizce], cilt. 2, s. 247).
Bu tespitte yanlışlanabilecek hiçbir şey yoktur.
Gelgelelim, böyledir diye kapitalizmin ve sermaye sınıfının her zaman ve her yerde demokratik cumhuriyet isteyeceği, güncel siyaseti ne yapıp edip buna göre “dizayn” edeceği sonucuna varmak büyük bir yanılgı olacaktır.
Tarihsel gelişimiyle kapitalizm ilk birikimi nasıl farklı bağlam ve koşullarda yeniden üretmişse, “demokratik cumhuriyet” dışı rejimlere de sürekli hayat öpücüğü vermiştir.
İki örnek vermiş olduk…
İlkinde “canım kapitalizm bile bu kadar keyfiliğe katlanamaz” denmesi, ikincisiyle ilgili olarak da “burjuvazi, demokratik cumhuriyet dışı rejimlerin kendisi için tehlikeli olacağını bilir” hükmüne varılması sadece liberallere özgü durumlar değildir.
Ortodoksluk taslayanlar da kervana katılabilir ve katıldıkları görülmüştür…