Türkiye’de sosyalist hareketin geleceğine ilişkin tahminlerden ayrı, bizce artık “tahmin” denemeyecek iki kesinlik söz konusudur.
Birincisi: Türkiye sosyalist hareketi yoluna çok özneli olarak devam edecektir; bu çok özneli oluş durumuna son verecek herhangi bir “tekleşme” gerçekleşmeyecektir. İkincisi: Türkiye sosyalist hareketi, partili geleneğin yanında 1968-1980 döneminde bir de hareket geleneği yaratmıştır. Bugün bu iki gelenek Türkiye sosyalist hareketinin tamamını temsil etmektedir ve bu olgunun değişmeyeceği de bize göre kesindir.
Ekleyelim: Ne bu iki gelenekten biri, ne de belirli bir geleneği temsil eden herhangi bir özne Türkiye sosyalist hareketinin “ana akımı” nitelemesini hak edecek durumdadır. Bu tanımlamayı benimseyenler olduğunu biliyoruz; ama bize göre sosyalist harekette 1960’ların ikinci yarısından bu yana hiçbir özne kendini “ana akım” olarak kabul ettirebilecek örgütlülüğe, güce, etkiye ve sürekliliğe sahip olamamıştır.
***
Bütün bunlardan neden söz ediyoruz?
Türkiye sosyalist hareketi yıllardır bir yeniden yapılanma süreci yaşamaktadır. Sosyalist hareketin özneleri kendilerini yeniden yapılandırmaya çalışırken dış ortamlarda pek çok şey olduğu gibi durmamakta, sürekli değişmektedir. Soru ise, devam edeceğini düşündüğümüz iki geleneğin bu değişmeleri nasıl süzeceği, nereye oturtacağı ve kendilerine dönük ne gibi uyarlamalara gideceğiyle ilgilidir.
Evet, dünya ve Türkiye 40 yıl öncesine göre çok değişmiştir. Bu büyük değişimin sınıfsallık, kitlesellik ve hareketlilik boyutlarına baktığımızda, ne zaman nasıl devreye gireceğini öngörmenin pek mümkün olmadığı bir tür kendiliğindenliğin öne çıktığını görüyoruz. Sonra, genel kamuoyunu duyarlı ve tepkili hale getiren özel gündemler aralıksız birbirini izlemektedir. İklim ve çevre krizi gibi küresel sorunlar; kadınlar, gençler, mülteciler ve göçmenler gibi toplumsal kategoriler eskisine göre daha ön plandadır.
Bütün bunlar dikkate alındığında vardığımız sonuç ise şu: Günümüzün öne çıkan özellikleri, tek başına ne partili geleneğe ne de hareket geleneğine kusursuz sicil belgesi verip “rakipsiz” konuma getirmektedir. Başka türlü de söyleyebiliriz: Ne partili gelenek günümüzün kendiliğinden yanı ağır basan kitlesel tepki ve hareketlenmelere kendi doğası gereği “Fransız kalmaya” mahkûmdur ne de hareket geleneği ortaya çıkan her hareketliliği peşine takıp sürükleyebilecek durumdadır.
Kıssadan hisse: Günümüz koşullarında, kırk yıl öncesine atıfta bulunup örneğin “Bizim şu kadar fabrikada hücrelerimiz vardı, işçi sınıfı bizden sorulurdu” ya da “Türkiye’de en yaygın ve kitlesel hareket bizdik” gibi nostaljik yaklaşımların, hele hele bunların birbiriyle tokuşturulmasının hiçbir anlamı yoktur.
***
İki geleneği temsil eden öznelerin yeniden yapılanma süreçlerinde kendi ilkeleri ve doğruları temelinde pratiğe yönelmeleri, kendilerini sınamaları ve deneyim biriktirmeleri doğrudur ve izlenmesi gereken yoldur. Dahası, bu süreçte partili geleneğin kendini hareket boyutuna daha fazla uyarlaması, hareket geleneğinin ise parti formunun temel gerekliliklerini yerine getirecek yetkinliğe ulaşması, gerçekleşmesi mümkün ve olumlu gelişmeler sayılmalıdır.
Ne var ki, iki geleneği temsil eden öznelerin en başta bu ülkenin ve sosyalizmin geleceği adına, sonra da birbirinden öğrenme bağlamında birlikte yapacakları işler de olmalıdır.
“Birlik” demiyoruz; “birlikte yapılacak işler” diyoruz.
“Birlikte yapılacak işler” denildiğinde de belirli bir yapısı ve sürekliliği olan platform, cephe ve benzeri oluşumları peşinen ve büsbütün gözden çıkarmak yanlış olacaktır; en iyisi, sonuçta buraya da varabilecek özel gündemli ortaklık ve birlikteliklerin denenmesidir.
Türkiye’de sosyalist hareketin bugünkü durumunun ne ölçüde öznelerinin kendi eksiklik ve yetersizlikleriyle, ne ölçüde ise geniş kesimleri etkileyen özel bir “ruh haliyle” açıklanabileceği zor bir sorudur ve kestirmeden giden yanıtların bir yararı olmayacaktır.
O halde kendi alanlarımızda en iyisi yapmaya çalışırken diğer yandan da birlikte yapabileceklerimizi düşünelim ve yapalım.
Bakalım o zaman ne olacak…