Türkiye’de yarın neler olabileceğine ilişkin siyasal değerlendirmelere duyulan ihtiyaç açık olsa gerek. Gelgelelim, bu ihtiyacı karşılamaya yönelik analizlerin belirsizliklerle, aşırı sayıda varsayımla ve dayanağı hayli şüpheli kestirimlerle malul olması da kaçınılmaz görünüyor.
Aradaki bu açının, bugünkü rejimin çizgisi ve hedefi aslında çok net olduğu halde analiz erbabının bunu bir türlü kavrayamamasıyla ilgili olduğunu sanmıyoruz. Rejimin kendisi de ucu önemli ölçüde açık duran, zemin yoklayıp ona göre hareket eden, sürekli “fırsata çevrilebilecek” sorun arayan, yoksa da yaratan bir süreçte yol almaktadır.
Durum buysa, analizlerde bir “tercih” yapılması gerekecektir; asıl ağırlık tanınması gereken ihtimale ilişkin bir tercih…
Analiz ve kestirim bolluğunda tabloyu biraz sadeleştirmek gerekirse tercih iki ihtimal arasında olacak gibi görünüyor. Birincisi: İnişiyle, çıkışıyla, yoklanan zeminleriyle, fırsata çevirmek için uğraşılan sorunlarıyla, ama “kartların tümüyle yeniden karıldığı” bir uğrak yaşanmadan Türkiye’nin 2023 seçimlerine ulaşması ve her şeyin orada, o zaman belli olması…
İkincisi: Süreç kendi dinamikleriyle 2023 yılına gelmeden, görece kısa bir zaman aralığında yaşanacak gelişmelerle siyasetin mevcut parametrelerinin radikal biçimde değişmesi, “kartların karılması” diyoruz ya işte o işin yapıldığı masanın devrilmesi, seçimlerin hiç yapılmaması ya da ancak “kazanma garantili” bir sistemle yapılabilmesi…
İlk ihtimalin büsbütün bir kenara bırakılması gerektiği söylenemez; ama bizce asıl ağırlık verilmesi gereken, yukarıdaki ihtimallerden ikincisidir.
Bu ikinci ihtimale ağırlık tanıma “tercihinin” gerekçelerini birinci ihtimale işaret ederek soranlara bizim de bir sorumuz olacaktır: Kusura bakmayın, ama rejimin bir afet ortamında bile yapmaktan ve söylemekten geri durmadıklarıyla, kritik pek çok konuda “hemen harekete geçilsin” talimatlarıyla, Bahçeli’nin söyledikleriyle, vb. nasıl oluyor da birinci ihtimale ağırlık tanıyabiliyorsunuz?
Kabul ediyoruz: Bugün Türkiye’de muhalefet daha bütünlüklü (daha “güçlü” değil) ve daha kararlı hareket edebilseydi, bu ihtimallerden ikincisi değil birincisi daha ağır basardı. Ama böyle değildir ve olacağa da benzememektedir.
Nedenleri vardır.
***
“Darbe” muhabbeti durup dururken ve boşuna çıkarılmamıştır.
Rejimin en büyük korkusu, o boyutlara varmasa bile Gezi’yi andıran ve sokağa inen bir muhalefettir. Bu nedenle “darbe” kavramı artık bilinen karşılığının ötesinde, kapalı mekânlar dışında gerçekleşen ve belirli bir niceliği kucaklayan her hareketlilikle ilişkilendirilebilmektedir. Gezi’den öncesine gidersek, örnek olsun: Tekel direnişi bugün olsa “darbe için zemin yoklama” sayılacağı kesindir.
Neticede, Saray rejimi dışında kimden ve nereden gelirse gelsin belirli bir canlılık ve kararlılık taşıyan her eylemin “darbeyle” ilişkilendirilmesi bundan böyle kaçınılmazdır. Ve sadece rejimin kendi manipülasyonu da sayılmamalıdır: Türkiye’de darbeye kalkışılmaması ve seçimlerin yapılıyor olması koşuluyla ne varsa hepsini “demokrasi” diye kabul etmeye hazır çok sayıda “muhalefet unsuru” vardır.
Hani olur ya, seçimle gelenin seçim yaptırtmamasını, seçimle gelmeyenin seçim yaptırtmasından daha “demokratik” bulanların çıkacağına da kesin gözüyle bakılabilir.
***
Başka pek çok analist ve gözlemci de söylüyor: AKP bir süredir soluğunu aldığı oylarla, seçim ve referandum zaferleriyle tazeleyen bir parti olmaktan çıkmıştır.
Bu yolları tamamen askıya almıştır demiyoruz; kendi ittifaklarını, seçim sistemini orasından burasından kurcalayarak o yollardan ne çıkabilir, bakacaktır.
O zaman şöyle bağlamak yerinde olacak sanırız:
Ya AKP’nin güç yitirdiğine, hatta “eridiğine” ilişkin analizlerin hepsi yanlıştır ve AKP olanca gücüyle önümüzdeki ilk seçimlere asılacaktır ya da bu analizler bir gerçeğe işaret etmektedir ve AKP de bu nedenle çok radikal arayışlar içine girecek, belki de bugünlerde hiç akla gelmeyecek kimi “ittifak zeminlerini” yoklayacaktır…