İhtimaller

Her şey gerçekten o kadar kötü, “artık bu ülkede yaşanmaz” dedirtecek kadar mı?

Peşin yargıda bulunmadan biraz düşünelim.

İhtimaldir: Ya Fransa’daki katliam dolayısıyla bir maçta yapılan saygı duruşunun ıslıklanması, etliye sütlüye pek karışmayan insanlarda bile iyice kabuğuna çekilmek yerine “bu işe bir dur demek lazım” kararlılığı yaratmışsa?

İhtimaldir: Ya uçuş halindeki bir uçağın koridorunda namaz kılınması, o zamana kadar “mütedeyyin” kesime hep anlayışla bakmış insanlara “bu kadar da olmaz” dedirtmişse?

İhtimaldir: Ya en son Silvan’da olup bitenler, solda durdukları halde Kürt meselesini hep “bölücülük” bağlamına yerleştirmiş insanlarda başka düşüncelere yol açmış, en azından onlara “insanlık” denen şeyi hatırlatmışsa?

Bunlar hep ihtimallerdir.

Öyledir, ama “çok küçük ihtimaller” oldukları söylenebilir mi?

***

Bugün gelinen uğrakta Türkiye’nin geleceği açısından bir noktanın çok net olarak görülüp teslim edilmesi gerekir: Eğer sivriliklerin törpülendiği; toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamın dengeli bir merkezde istikrara kavuştuğu dönem tasavvuru varsa, geçmiş olsun, hepten bir kenara atılmalıdır.

Bu ülkede bazı şeylerin “arzı” olduğu gibi bazı şeylere “talep” de vardır ve durum iktisat teorisindeki gibidir: Arz ve talep eğrileri öyledir ki süreç içinde “denge” denilen noktaya bir türlü ulaşılamamakta, tersine bu noktadan daha da uzaklaşılmaktadır…

Öyle sihir keramet falan değildir, tanımlanabilir nedenleri vardır.

Bir: Bir bütün olarak alındığında Türkiye’de sermaye sınıfı, özellikle bugünkü küresel entegrasyon koşullarında, kendi sınıfsal çıkarlarını kollayan, bu yönde ekonomik politikalar izleyen siyasal iktidarların başka yönleriyle, örneğin ideolojisiyle, kültürüyle, topluma vermek istediği şekille fazla ilgilenmemektedir.

İki: Dünya kapitalist-emperyalist sistemi, sosyalist sistemin çöküşünü izleyen yaklaşık on yıllık bir dönemi kapatmıştır. O döneme özgü söylemler, vaatler, “vizyonlar” âsâr-ı atika (eski eserler) müzesine gönderilmiştir. Sistem bugün çok daha pragmatist davranmaktadır. Uçlara gitmediği sürece iş yapabileceği her tür gericiliğe hayırhah bakmaktadır.

Üç: Türkiye’de, yukarıdaki iki gerçeği iyi bilen, bunların açtığı alanda kendi oyununu oynama becerilerine sahip bir siyasal iktidar vardır. Ne “siyasal iktidarı”? Artık devlet olma yolundadır ve büyük ölçüde olmuştur da.

Sorulabilir: Denge noktasını bulamama, bu noktadan uzaklaşma denmişti; ya yukarıdaki üç husus, siyasal iktidarın- devletin bastıra bastıra kendi “dengesini” kurmasına ve bunu kabul ettirmesine yararsa?

Sorunun yanıtı, yazının en başında sıralanan üç ihtimalle ilişkilidir. Bu üç ihtimalin gerçekleşmesi halinde, iktidarın-devletin kendi dengesini kurup üzerinde keyif çatması mümkün olmayacaktır.

O zaman yeni bir soru: Bu son söylenen iyi bir şey, ama o da denge noktasından daha da uzaklaşma anlamına gelmez mi?

Gelir.

Gelir de, “bizim” istediğimiz şey neden denge olsun ki?

Bir ülkede kendine devrimci diyenlerin, karşısında yer aldıkları düzenin bir dengeye oturmasını ve az çok istikrara kavuşmasını istedikleri nerede görülmüştür?

***

Bütün bunlarla, solun kendi ekmeğini ancak sürüp giden dengesizlik durumlarından, belirsizliklerden, ucu açık ve giderek kaotik süreçlerden çıkarabileceğini mi söylemiş oluyoruz?

Kuşkusuz, böyle bir “determinizmden” söz edilemez.

Söylenen yalnızca şudur: Eğer bu ülkenin dinamikleri gerçekten dengeyi ve istikrarı dışlayan özellikler taşıyorsa, solun “denge ve istikrar nasıl sağlanabilir” tefekkürüne dalmak yerine kendine verili durumdan görevler çıkarması gerekir.

***

İhtimallerle başlamıştık, öyle bitirelim:

İşçi sınıfının, sürüp giden dengesizlik ortamlarında en azından kalınca bir yön işareti oluşturacak yeni bir hareketlilik içine girmesi?

İktidarın-devletin olanca çabalarına karşın en genç kuşakların büyük bölümünün kazanılması?

Kürt özgürlük hareketinin, devletin baskı ve yayılma dönemine özgü, asimilasyoncu olmasa bile ezici politikalarının, kuruluş dönemine özgü asimilasyoncu politikalar kadar tehditkâr olduğunun bilinciyle hareket etmesi?

Solun da bütün bunlardan hareketle gerçekten direngen bir cephe oluşturması?

Bunlar da ihtimallerdir ve en baştakilere göre “büyük” mü yoksa “küçük” mü olduklarının takdiri okura kalmıştır.