Birazdan seçim sonrası durumla ve sosyalist hareketin bu çerçevedeki “yeni” görevleriyle devam edeceğiz. Ama önce çok kısa tutacağımız genel bir tespit:
Sosyalist harekette, siyasal durumdan bağımsız, her dönem için geçerli bir ideolojik mücadele kurgusu olamaz. İdeolojik mücadelenin gündemi siyasal ortamlardan türetilir. İdeolojik mücadelede bir evreden yeni bir evreye geçiş de mücadelenin kendi öz dinamikleriyle değil siyaset alanındaki kırılmalarla gerçekleşir.
Bu kadar.
***
7 Haziran seçimleri ardından ortaya çıkan siyasal tablo Türkiye sosyalist hareketinin ideolojik mücadele gündemindeki kimi yükleri hafifletmiş, ancak aynı gündeme yeni görevler eklemiştir. Daha doğrusu bizce böyledir, böyle olması gerekir.
Sırasıyla gidelim.
Cumhuriyetçilik, cumhuriyetin kazanımları, aydınlanmacılık, laiklik ve diğerleri…
Türkiye sosyalist hareketinin üzerinde titizlik gösterdiği bu değerlerin, “ulusalcı” diye tanımlanan kesimlerce de sahiplenilmesi, sosyalizmin ideolojik mücadele gündeminde bir yük oluşturuyordu. Dikkat: Bu değerlerin değil başka sahiplenicilerinin oluşturdukları yükten söz ediyoruz.
AKP’nin kendi mutlak gücüyle ülkeyi taşımak istediği noktanın dehşet verici tasavvuru, söz konusu değerlerin savunulmasında hiç de makbul sayılamayacak kimi çevrelerle belirli bir “denk düşme” durumunu beraberinde getiriyordu. Sonra, aslında aşılması, üzerine konulması gerekene geri dönüş gibi çağrışımlar da yaptırabiliyordu.
Şimdi, iyice hafifleyen bu yükten tamamen kurtulmanın zamanıdır.
Cumhuriyet, cumhuriyetçilik, aydınlanmacılık, laiklik ve diğerleri…
Hepsi, 1923-1946 dönemi bağlamları ve atıfları bir kenara bırakılarak yeni bir bağlama ve çok daha ileri bir çerçeveye yerleştirilip böyle savunulmalıdır.
Hepsi, Yaşar Okuyanların, Veli Küçüklerin, Celal Şengörlerin, kimi emekli subayların ve benzerlerinin bir daha yanına yaklaşamayacakları bir düzeye taşınmalıdır.
***
Sonra, liberallik, hoşgörü, çoğulculuk vb. ile dincilik-siyasal İslam arasında kurulan denklem de çoktan berhava olmuş, bu durum bir de seçimlerle tescillenmiştir.
Böylece, bir başka yükümüz daha hafiflemiş oluyor.
O zaman, liberalizme karşı ideolojik mücadelede, liberalizmi “dinci gericilikle” flört dönemlerine özgü “yakınsamalarından” arındırmak, onu daha yalın biçimiyle karşıya almak gerekir.
Nasıl mı?
Siyasal-ideolojik bir akım olarak liberalizmin Türkiye’de ortaya çıkışında, başka ülkelerden farklı, kendine özgü bir yan vardır: Liberalizmin kurucu babaları, 1980’lerin ikinci yarısında, Özal döneminde, Türkiye’nin kendi bölgesinde nasıl “süper güç” olabileceğine kafa yorarak bu işe başlamışlardır.
Yani Türkiye’nin liberal ideologlarının tamamı Sosyal Darwinist, “emperyal vizyonla” malul kişilerdir.
Özal’la başlamışlar, ardından AKP’nin “bölge vizyonuna” kapılanarak devam etmişlerdir. Şimdi bu da bitmiştir ve yeni kapı aramaktadırlar.
İşte size dış politika boyutları da olan bir mücadele alanı…
Şimdi federal yapı diyeceklerdir, ademi merkeziyetçilik diyeceklerdir ve arkasını mutlaka “radikal demokrasi” diye getireceklerdir.
O zaman, liberalizme karşı ideolojik mücadeleyse, bunu tuhaf şeytan taşlama ritüelleri yerine az önce örneklenenleri karşıya alarak, orasını burasını didikleyerek, kapitalizmin mantığıyla bağlantılarını göstererek ve emperyalizmle ilişkilerini kurarak yapmak gerekir.
“Bölge gücü”, “federal yapı”, “ademi merkeziyetçilik, “radikal demokrasi”…
Bunlar size bir şeyler çağrıştırıyor mu?
***
7 Haziran seçimlerinde HDP kendi bölgesinin dışından da hatırı sayılır oy alarak barajı yıkmış, meclise 80 kadar temsilci göndermiş, “Türkiye partisi” olmuştur.
İyi de olmuştur.
Çünkü böylece Türkiye sosyalist hareketinin üzerindeki bir başka yük daha hafiflemiştir.
Kürt siyasal hareketi/HDP bundan böyle söylediklerinde, yapacaklarında, projelerinde, vizyonunda vb. eskisine göre çok daha fazla ülke ölçeğini gözetecek, ülke ölçeğindeki duyarlılıkları hesaba katacaktır.
“Solcuyuz” dediği ölçüde, Edirne’den Hatay’a, Muğla’dan Artvin’e uzanan geniş bir coğrafyanın solcularını muhatap almak zorundadır.
“Bizim de bir sosyalizm projemiz var” dedikleri ölçüde ya da aralarından böyle diyenler, bunu “ulusal sorun” bağlamı dışında bu ülkenin sosyalistlerine, Marksistlerine açıklama yükümlülüğü taşıyacaklardır.
Böyle olduğunda, bu ülkenin sosyalistleri, Marksistleri de yanıtlarını gene “ulusal sorun” bağlamı dışında verecek, ilişkilerini böyle kuracak, mesafesini de buna göre belirleyecektir.
Sosyalist hareket açısından, yük hafifletecek bir başka durumdur.
Ama yeni görevlerle birlikte…
Kendine yeni kapı arayan liberallerin dinci hareketten sonraki yeni gözdesi muhtemelen Kürt siyaseti olacaktır. “Bölge vizyonu”, “ademi merkeziyetçilik”, “radikal demokrasi” dendiğinde arkası “Biz de… Biz de…” diye gelecektir.
Kürt siyasal hareketi, bir yanda içinde zaten olan liberal damar ve dışarıdan gelecek liberal etkiler ile diğer yanda “Türkiye ölçeğinde solculuk”, hatta “solun merkezi olma” iddiaları arasında ciddi gelgitler yaşayacaktır.
Biz de elbette bunları seyretmeyeceğiz, lafımızı artık daha az sakınarak söyleyeceğiz.
Bir “yük hafiflemesi”, bir rahatlık değil midir?