Herhangi bir işin nasıl yapılmaması gerektiğine ilişkin uzun uzun konuşup nasıl yapılacağı konusunda pek bir şey söylenmemesi sevimsiz bir durumdur.
Böyledir; ama bu sevimsizliğin zaman zaman katlanılması gereken bir zorunluluk olduğunu inkâr edemeyiz.
Hepimizin sorunu şu: Bu ülkede sol yazıyor, çiziyor, konuşuyor, mesaj veriyor, değerlendirme yapıyor, eylem düzenliyor… Ama bunlar geniş bir kesime yeterince “hitap etmiyor”, “değmiyor”, o kesimi fazla hareketlendirmiyor…
Böyle bir durumda, “madem öyle, o zaman şunu deneyelim” demek hem zordur, hem de pek çok açıdan sakıncalı olabilir.
Ne gibi sakıncalar?
***
Bugün sol söylem, mesaj ve eylemlerin gidip çarptığı duvarı nasıl tanımlayabiliriz?
Bu duvara “egemen ideoloji” diyoruz ve şöyle tanımlıyoruz: Egemen sınıf, devlet, siyasal iktidar ve yerleşik kurumlar tarafından üretilip yayılan ideolojilerin, geniş halk kesimlerindeki ideolojik motifler, değerler, yönelimler ve eğilimlerle buluşup ortaya çıkardığı yaygın ama eklektik, etkili ama boşluklu bütünlük…
Adını koyacak olursak, günümüzün egemen ideolojisini sağ popülizm olarak tanımlamak mümkündür.
Şöyle açıklamaya çalışalım:
“Yukarıdan” üretilip yayılan muhafazakârlık, dinci gericilik ve milliyetçilik, “aşağıdan” gelen değerlerle, belirli bir yaşam tarzıyla, ama daha çok zaten var olup iyice körüklenen endişe ve korkularla bir bütünlük oluşturmaktadır. Günümüz için söylersek, bu karışımın belirleyici, bir arada tutucu ve yapıştırıcı asıl öğesi popülizmdir.
Sağ popülizm….
Daha açık olsun: Bu karışımda tanımlı bir ideoloji olarak liberalizm yoktur… Dinci gericilik, milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı elbette vardır; ama kendi asıl özgül ağırlıklarından çok başat durumdaki sağ popülizmin her birine tanıdığı yeni biçim ve içerikle…
“Duvar” buysa, gedikler nasıl açılır?
***
“Nasıl yapılmaması gerektiğine” ya da “yapılamayacağına” ilişkin sözlerin sevimsizliği burada devreye giriyor.
İlle “yapılması gereken” söylenecekse, örneğin “biz de popülizmi bu kez soldan yapalım” mı diyeceğiz?
“Gerçek İslami değerlerle” sol arasındaki yakınlıklar…
Bu vatanı böldürmeyeceğimize ilişkin “soldan” yeminler…
Ülkenin kendi bölgesinde etkili ve belirleyici bir güç haline gelmesini aslında bizim de arzu ettiğimiz…
Halkın değerlerine, bunlar ne olursa olsun, bizim de saygılı olduğumuz, sahip çıktığımız…
Böyle gider ve bunları yapmayacağımız açıktır.
Yapmaya kalkanların bir sonuç alamayacakları da…
İyi de ne yapalım?
***
“Sol popülizm” değil, ama halkçılık yapabiliriz.
“Sol popülizm” geniş halk kesimlerindeki ideolojik motifleri, eğilim ve yönelimleri esas alarak bunların içindeki “sol” nüvelere oynar; hepsini sol bir eklemlenmede toplamaya çalışır.
Dikkat: Kalkış yeri, ilk çıkış noktası, toplumun bütünündeki ideolojik motiflerdir.
Bizim kalkış yerimiz ise egemen ideoloji olamaz; daha maddi gerçeklikler olmak zorundadır: Günümüz Türkiye’sinde kapitalist sömürü mekanizmalarının işleyişi, vurgun, talan, rant, emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları, ücretler, kayıt dışı çalışma ve diğerleri…
Burası kalkış yeridir ve ardından kuşkusuz kendi ideolojik motiflerimiz, vurgularımız ve söylemlerimizle inceltilecek, zenginleştirilecektir.
Unutmayalım: Egemen ideoloji yekpare bir gövde değil bir eklemlenmeyse ve salt yukarıdan dayatılmayıp “aşağıdan” gelen bir şeylerle de karışıyorsa, bu “şeyler” arasında özgürlük, eşitlik ve adalet arayan motifler de olacaktır. Mesele, bizim kalkış yerinde söylediklerimizin ve daha sonraki zenginleştirmelerimizin karşımızdaki eklektik ve boşluklu yapılanmayı çözmesi, oradaki kimi öğeleri çekip almasıdır.
İşin halkçılık yanı da burada devreye girer…
***
Son olarak, “ideolojik mücadele” dendiğinde önemli bulduğumuz temel bir ayrım daha:
Düzenin ideolojik süreçleri ile düzen karşıtı solun ideolojik süreçleri ve mücadelesi arasında mutlak bir farklılık vardır. İlki, maddi-nesnel gerçekliklerin mümkün olduğunca dibe bastırılmasına, örtülmesine, gizlenmesine dayanır; ikincisinde ise, tam tersine, maddi-nesnel gerçeklikler en ön plandadır, çıkış-kalkış noktasıdır.
“Sevimsizlik” yaptıysak affola, ipuçları verebildiysek de ne mutlu…