Her şey oyun mu?

“Sınıf mücadelesi” deriz, bir halkın ya da halkların başkaldırısı deriz… Tamam, bunların hiçbirine itiraz etmiyoruz; ancak bütün bunların siyasete tercümesinin karşımıza çıkardığı şeyin bir “oyun” olduğunu kabul etsek olmaz mı?

Alalım burjuva devrimlerini…

Gerçi erken olanlarda, örneğin Hollanda ve İngiliz burjuva devrimlerinde oyun öğesi biraz daha geri plandadır; ama son tahlilde bunlara da birer “oyun” diyebiliriz. Fransız devriminde bir oyuncu olarak burjuvazi kontrolü biraz elden kaçırınca Jakobenler zuhur edivermiş, ancak burjuvazi oyununu yeniden kurgulayınca bu mahzur giderilmiştir. Önce Alman ve İtalyan burjuva devrimleri, ardından 20. yüzyılda Türk devrimi geç gelen devrimler olarak baştan sona hep oyun olarak nitelenebilir. Burjuvazi oturur, hesap kitap yapar; karşısındaki oyuncuların atabileceği adımları tartar ve oyununu kurgular. Yurttaşlık, ücretsiz temel eğitim, medeni kanun, iş kanunu, laiklik, sağlık hizmetleri gibi şeyleri kotarır ki karşıdaki sınıf durduğu yerde öylece dursun, başka işlere kalkışmasın.

Ya emekçiler hadlerini bilmeyip huzursuzluk çıkarmaya, sokaklara dökülmeye kalkarlarsa?

Önemli olan, böyle bir ihtimali önceden kestirip eldeki oyunu buna göre yeniden kurgulamak, yeni oyunlarla bu gibi huzursuzlukları ve ayaklanmaları kendisi için zararsız kanallara sokup oralarda eritmektir.

***

“Osmanlı’da oyun çok” derlermiş; burjuvazide daha çoktur.

Peki, bu durumda hiç mi mücadele edilmesin?

Olur mu? Elbette edeceksin; ama öyle kitleymiş, halkmış, sınıfmış bunlara fazla bel bağlamadan ve kendi karşı oyununu oynayarak.

Bunu da ancak karşı tarafın her oyununa kendi yeni oyunuyla yanıt verecek “öncü örgüt” yapabilir.

Zaten sen oyununu iyi oynarsan, kitle de, halk da, sınıf da “yaman oynuyor doğrusu” deyip senin yanına gelir.

Ondan sonra, oyna yârim oyna…

(İkisinin bir boyda olmadığını bir an bile unutmadan).

***

ABD, AB, CIA, İsrail, MOSSAD vesaire…

Kuzey Afrika’nın en batı ucundan Orta Asya’ya doğru sokulan coğrafya, az önce sıralanan öznelerin genişçe oyun alanıdır.

Bu coğrafyada, daha iyi yaşamak, özerk-bağımsız olmak isteyen, işgalden kurtulma çabası içinde halklar vardır; sınıflar, sınıf mücadeleleri vardır, vardır oğlu vardır…

Ama bunların hiçbiri baştaki öznelerin kimi zaman birlikte kimi zaman da ayrı ayrı kurguladıkları tezgâhların, komploların, yani oyunların dışına öyle kolay kolay çıkamaz. Biri kendi başına, herhangi bir dış oyunun parçası olmadan adım mı attı? Hemen, anında, buna göre yeni kurgulanan bir oyunun parçası haline geliverecektir.

Ya mücadele?

Elbette olacak; ama ancak ve ancak bu coğrafyadaki öncü örgütlerin mukabil oyunlarıyla…

Kısacası, kendi başına bırakıldığında kitlenin de, halkın da sınıfın da karşı tarafın oyunlarına gelmesi kaçınılmazdır; kurgulanan oyunların zenginliği karşısında kendine ait, bağımsız bir çıkış bulması mümkün değildir.

***

Gelelim “örgüte”…

“Örgüt” ve “örgütçülük” de mi bir oyun?

Örgütte “kendiliğinden sınıf”, halk kitleleri olmadığına, burjuvazinin ve güvenlik örgütlerinin etkisi de ancak sınırlı kalabileceğine göre?

Bunlara rağmen, bu da mı bir oyun?

Doğrusunu söylemek gerekirse oyunun da oyuncunun da hası asıl buradadır…

Burada baş oyuncunun önünde “anonim” bir örgüt vardır. Biraz seçimlerdeki “seçmene” benzer. Yani seçmen gibi “örgüt” de mesaj verir. Sonra, örgütün belirli bir süre boyunca sergilediği eğilimler “örgüt hangi mesajı verdi?” diye irdelenir; verildiği düşünülen mesaja göre çeşitli oyunlar kurgulanır ve oynanır.

Okurun aklına sadece herhangi bir bilimsel temeli olmayan ayak oyunları gelmesin. Örgüt oyunu, şirketlerin “insan kaynakları yönetimi”, “personel istihdamı” “kariyer ve terfi yönetimi” gibi alanlarda geliştirdikleri “bilimsel” teoriler üzerine kurgulanıp oynanır. Sonra “SWOT analizi” (güçlü yönler, zayıf yönler, fırsatlar ve tehditler) de yapılır. Ancak iyi bir örgütçü, pardon oyuncu, bu dörtlüden en fazla ikincisine (zayıf yönler) ve dördüncüsüne
(tehditler) odaklanır, oyunlar ağırlıklı olarak bu ikisinden hareketle kurgulanır ve oynanır.

Yoksa makineyi dağıtabilirsiniz…

***

Peki, bu oyun denen meret başımızdan hiç mi eksik olmayacak?

Üzerinden yıllar geçti; 1917 Devrimi, Çin Devrimi, Küba Devrimi, süreçte kimi “oyunlar” oynanmış olsa bile bugün “oyun” olarak mı hatırlanıyor?

Çeşitli merkezlerin manipülasyon girişimlerine rağmen geçmişteki ulusal kurtuluş savaşlarına “oyun” diyen var mı?

2013 Haziran’ında “oyun” bulanlar kolay kolay insan içine çıkabilirler mi?

RSDİP’deki iç tartışmalar hiç “oyuna” indirgenebilir mi?

Demek ki, kendi özgün konumuna rağmen her zaman halkın, sınıfın “parçası” olabilen örgüt, kendisi oyun moyun oynamadan oyunları boşa çıkarabiliyor.

Demek ki olabiliyor.

Olabiliyorsa hep birlikte yapalım ve şu oyun teorileriyle oyunculardan kurtulalım…