Korkut Boratav’ın “2016’da AKP’nin Fay Hatları” başlıklı yazısında tanımladığı dört “fay hattından” ilki Kürt sorununa ilişkindi…
Ancak Korkut Hoca bu ilk “fay hattı” konusunda fazla bir şey söyle(ye)miyor, gerekçesini de şöyle açıklıyordu: “Kürt hareketinin de silahlı ve siyasi kanatlarının kısa ve uzun vadeli hedeflerinin, mücadele yöntemlerinin arka planındaki farklılaşmalar, iç gerilimler nelerdir? Bu sorulara ışık tutacak, uzantıları kavrayabilecek bilgiden, melekeden yoksunum. Kürt sorununun AKP için oluşturduğu fay hattını bu nedenle tartışmaya kalkışmayacağım.”
Hoca’nın kendi eksikliği mi sayılmalıdır?
O zaman Kürt sorununda bir tarafın nereye geldiği ve ne durumda olduğuna ilişkin bir başka değerlendirme önerelim. Kemal Erdem uzunca yazmış: “PKK’nin yanlış stratejik önceliği ve bundan kaynaklanan taktik sorunlar üzerine”
Erdem’in ayrıntılı bilgiler içeren ve (herhalde) duruma vakıf olduğunu gösteren yazısını isteyenler ayrıca okuyup değerlendirebilir. Bizse şunu söylemekle yetineceğiz: Bu yazı, Korkut Hoca’nın “bilgi ve meleke yoksunluğunun”, kendisinin ötesinde hemen hemen herkes için geçerli bir durum olduğunu doğrulayıcı içeriktedir. Gerçekten de, yazıdan anlaşıldığı kadarıyla, ortada tarihte eşi benzeri görülmemiş çetrefillikte bir durum vardır ve bakıp “budur” demek öyle herkesin harcı değildir.
Öyle ya:
“Yukarıya” bakarsak ABD, AB, Rusya vb.; içimize bakarsak AKP rejimi ve niyetleri; doğuya gidersek İran; güneydoğuya dönersek Irak, güneye uzanırsak Suriye ve ayrıca her biri belirli bir etkiye sahip, üstelik kendi aralarında etkileşimli yaklaşık otuz (30) civarı özne/aktör…
İşin içinden çıkılması gerçekten kolay değildir.
O zaman “ne halleri varsa görsünler” ya da “olacağına varır” deyip geçecek miyiz?
***
Elbette böyle yapmayacağız.
Ancak, böylesine karmaşık bir tabloda bile hayli netleşen bir sonuca işaret edip yola buradan devam etmeden olmaz: Ortada, Türkiye sol hareketinin Kürt özgürlük hareketine elini uzatıp “beni kaldır” diyebileceği bir durum yoktur; olması gereken, Türkiye sol hareketinin kendisinin ayağa kalkıp Kürt özgürlük hareketine elini uzatmasıdır…
Yani o zamana kadar Kürt sorunu konusunda hiçbir şey yapılmasın mı?
Kuşkusuz böyle değildir. Süreç içinde Kürt halkıyla dayanışılır, Kürtlerin meşru talepleri desteklenir, kimi gündemlerde ortak hareket edilir; kısacası şu malum “duygusal kopuşa” meydan vermemek için ne gerekiyorsa yapılır…
Gelgelelim, Türkiye sol hareketinin kendi ayağa kalkışının gerektirdiği teorik, ideolojik, siyasal ve örgütsel çıkışların, Kürt özgürlük hareketinin aşırı konjonktür belirlenimli ilişkilerinin, dengelerinin ve taktiklerinin ortaya çıkardığı özel ve değişken durumlarla sürekli uyum tutturması objektif olarak mümkün değildir.
Evet, ortada “demokratik özerklik” gibi daha özsel, bu arada dinci ideolojiye ve harekete yaklaşım gibi (sanırız) taktiksel kimi başlıklarda beliren mesafeler vardır; ama bunların da ötesinde bir başka sorun daha vardır: Kürt özgürlük hareketi, kendi yolunu, verili ulus devlet sınırları açısından dört ayrı coğrafyada ve dış güçlerle belirli dengeler tutturarak yürümek zorundadır.
Buna karşılık Türkiye sol hareketinin kendi silkinişini aynı coğrafi ölçekte kurgulaması mümkün olmadığı gibi az önce değinilen güçlerle “denge” gözetmesi de düşünülemez.
Bu kadar basittir.
Kimse kalkıp “şovenizm”, “milliyetçilik”, “Kürt düşmanlığı”, “Kemalizmden kopamama” gibi artık bıkkınlık veren klişelere başvurmasın. Aradaki açı, kendi konumu ve durumu gereği reel politika yapması zorunlu ve anlaşılabilir bir hareketle, reel politikaya en az başvurabilecek ve başvurması gereken bir evrede olan bir başka hareket arasındaki açıdır.
Türkiye sol hareketi bu açı daralsın istiyorsa, diğer taraftan “daraltıcı” adımlar beklemek yerine kendisi bir güç olmaya çalışmalı, bu göreve odaklanmalıdır.
Hele “bizim” de reel politika yapabileceğimiz günler bir gelsin…
(Son cümle “o zaman gününüzü görürsünüz” değil “o zaman işler daha fazla rayına oturur” şeklinde anlaşılmalıdır).