Her seçim öncesi ortalığa atılan “HDP-AKP anlaştı” propagandası, sosyal medya üzerinden yeniden başladı.
Alıcısı daha çok HDP’ye duydukları şüpheyi içlerinde büyütenlerle, nefretle onların oyuna muhtaç olmanın zorunluluğu arasına sıkışmış çaresizler, “külyutmaz” ulusalcılar ve elbette birbirine ruhen bağlı, aynı amaç için farklı kimlik ve kişiliklere bürünebilen troller.
Algılarda kaos yaratmak, şüphe ekmek ve gönüllü iktidar ajanlığı yapmak gibi bir çok hünerleri olan bu grupların, ortaklaştığı tek şeyin HDP nefreti olduğunu hatırlatmadan geçmeyelim.
Bu nefreti kamçılayan şeyler var elbette.
HDP içinde, tabanında Sol’a dair her fırsatta tırnak çıkaran ve “Kürdistani” olma iddiası ile kendini tanımlayan ve partinin tamamen yüzünü Kürdistan coğrafyasına çevirmesi gerektiğini, Türklerin kendi başlarının çaresine bakmasını (bize neci) savunan ve ulusal çıkarlar doğrultusunda hemen herkesle ve her kesimle uzlaşının mübah olduğuna inanan bir kesim de var elbette ve olması da çok doğal.
Çünkü HDP bir çok farklı yapının ve anlayışın ilkeler temelinde bir araya geldiği, siyaset yaptığı bir parti. Doğal olarak, döneme ve koşula göre HDP içinde veya dışında bu gibi sesler bazen önce çıkarken, bazen de geride kalıyor.
Kürtlerin dil, kimlik, kültür temelli ulusal ve meşru taleplerini içinde barındıran HDP, bu karakteri ile aynı zamanda devletin en ceberrut haliyle, en sert biçimde karşı karşıya geliyor ve iradesine yönelen saldırıları meşru zeminde gögüslemeye çalışıyor.
Sistem ne zaman sıkışma yaşıyorsa bir canavara ihtiyaç duyuyor, o canavar da en önce Kürtler olarak belirleniyor ve toplumun en şoven ve en ırkçı kesiminin önüne atılıyor ve nefret kamçısı havada ıslık çalarak sırtına iniyor.
Tam bu noktada birbirine tezat gibi görünen ama aslında tarafların durduğu yeri zımmi olarak ortaklaştıran bir tablo ortaya çıkıyor. Siyasetin ironisi de denilebilir buna.
“Türklerden bize ne, biz mi kurtaracağız” olarak dile gelen sözler ile iktidarın HDP’yi Kürt sahasına sıkıştırma ve Türkiye siyasetini belirleme iradesini kırmaya dönük saldırıları, birbirini besleyen bir algıda buluşuyor.
İktidar, HDP’nin Türkiyelileşme siyaseti ile kazandığı meşru zemini ve bu siyasetin kitlelerde yarattığı moral değeri ve onun kitlesel kabulünü sağlayan, hayat ile bağını kuran başta Demirtaş olmak üzere tüm kadrolarını tasfiye etme politikasını uyguladı ve elbette büyük bir boşluk oluşturdu ve bu boşluğun kapanmaması için on binlerce HDP’li gözaltına alındı, tutuklandı.
(Öcalan’ın sayfalarca kurduğu cümlelerden, tespitlerden ve ifadelerden tırnaklama yapılarak öne çıkarılan ve algılara ekilen “anlaşıyorlar” frikiklerinin, Kürt nefreti üzerine inşa edilmesi ve bu nefret siyasetinin HDP’ye aktarılmasının, psikolojik savaşın bir parçası olduğunu da buraya not edelim)
Bu boşluğun doldurulmasında yaşanan sıkıntıların, siyaseti, üslup ve eylem biçimini etkileyecek bir genişlikte etkisi olduğunu reddedemeyiz.
Türkiyelileşme siyasetinde yaşanan boşluk ve o boşluğun içinde etkin güç olma mücadelesi her zaman varlığını hissettirecektir lakin HDP’nin belirlediği merkez siyaset etrafında tüm parti içi güçler ve demokratik yapılanmalar birleşmekten bir adım dahi geri atmayacaklardır.
HDP’yi etkin ve güçlü kılan şeylerden birisi budur.
Bu nedenle iktidar, HDP’nin içine, dengelere operasyonlar çekerek bütünlüğü kıracak hamleler yapmaktadır ve görünen o ki bunu daha aktif hale getirecektir.
HDP içinde yer alan sol güçlere, ülkenin batısında yaşayan HDP ile bağ kuran demokrat, ilerici, duyarlı seçmene ve onunla temas eden tüm yapılara, o yapıların öne çıkan isimlerine dönük, karalama, kirletme, manipüle etme hamleleri ise hiç eksik olmayacaktır.
Kötü olan, bu hamleleri görüp, paralel bir çizgide sözlerin, cümlelerin kurulmaya devam edilmesidir.
Örneğin, gelinen yerin faturasını başta Demirtaş olmak üzere, bir kesime dönük olarak kesme hali, maalesef oluşan boşluk içinde sallanmakta ve mücadele ettiği ile dilde ve söylemde benzeşmekten kurtulamamaktadır.
“Barış değil savaş” diyenle, pragmatizm temelli her türlü uzlaşı kapısını zorlamayı hedefleyen kesim arasında hiç de kalın bir çizgi yok maalesef.
HDP’nin ittifaklar politikasında durduğu yerin önemi ise tartışmasız ortada ve parti içinde bunun altına çizen söylemlerin “anlaşıyorlar” diyerek sosyal medya üzerinden servis edilmesi ve hızla bir tartışmaya çekilmesi, HDP’nin kendi derdini anlatmakta, ucu çok yönlü açık cümleler kurmasında payı olduğunu belirtmek gerek.
Öte yandan,
HDP’nin oyuna maymun iştahı ile göz dikenlerin, HDP’yi sadece kendi politikaları için araç olarak gören ve istediğini aldığı gün “vatan, bayrak, millet” diyerek, iktidarın elindeki sopayı Kürd’ün sırtına indirmek için sıraya gireceklerin, şimdiden diş bilelemelerinin görünüyor olması da dikkatlerden kaçmamalı.
Ve evet HDP’nin kendisine bu temelde yaklaşan zübük siyasete, temsil ettiği milyonlar adına “yok öyle yağma” demesi ve bunu en güçlü şekilde ifade ederek, ittifak siyasetinin olmazsa olmazı olduğunu ifade etmesi, herkesi meşru yaklaşıma çağırarak atak yapması bir iradenin yansımasıdır. O irade zaten seçmenini çiğnettiği, araçsallaştırdığı anda bitmiş demektir.
Kendi seçmeninin iradesine “tıpış tıpış oy verecekler” diyerek bakan bir anlayışın, HDP seçmenini aynı kefeye koyarak hiçleştirmeye çalışması asla kabul edilebilir değildir. İktidarın ve ana muhalefetin kendi seçmenine bakışı ile HDP’nin kendi seçmenine bakışı arasındaki farkın altını kalınca çizilmesi, gelecek içinde önemlidir ki Pervin Buldan’ın açıklaması da bunu hatırlatmaktadır.
Asıl tartışılması gereken ve geleceğin siyasetini kuracak olan şey, seçmenlerini kendi kişisel çıkarları için sıçrama tahtası olarak gören, kişiliksizleştiren ve var olan kurulu soygun düzenine sallabaşı olarak gören yaklaşımın mahkum edilmesidir.
AKP iktidarının yarattığı haysiyet erozyonunu onarabilecek en önemli şeylerden biri budur. Bir halk olmak da öyle.
Son söz olarak, “HDP -AKP anlaştı” propagandasını her seçim öncesi yapanların, iktidarla nasıl anlaştıklarını hep aklımızda tutalım.
Şoven, milliyetçi atakların kuşatması çok fazla daha derinleşecek çünkü. Birlikte özgür ve eşit yaşamanın yolu, HDP’ye dönük bu tür saldırılara karşı, ortak bir direnç göstermekten geçiyor.
Tabanda kurulacak dayanışma ruhu, bu tür saldırılara karşı hem panzehir olacaktır, hem de farklı kişiliklere ve kimliklere bürünmüş trol cephesini açığa çıkarıp, boşa düşürecektir.
Hepimizi bekleyen zor bir süreç var kapıda. Psikolojik savaşın her türlü yöntemini, en vahşi haliyle karşımıza çıkacaklarını, uygulayacaklarını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Kazanacaklarsa biz izin verdiğimiz ve algılarımızı onların saldırılarına açtığımız için olacak.
Kazanacaksak biz sağlam durduğumuz ve her türlü saldırıya karşı ortak tavır koyduğumuz için olacak.