Haziran öncesi ve sonrası

Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) önümüzdeki seçimlere ilişkin açıklamasını biliyoruz.

Bu açıklamaya burun kıvıranlar, “dağ fare doğurdu”, “topu taca attılar” gibi değerlendirmeler yapanlar olduğu da malum. Aralarında iyi niyetliler olduğu gibi Özgür Savaşçıoğlu’nun deyişiyle “kadrolu BHH eleştiricileri” de var. Ancak, alınan kararın eleştirisi bir yana, ima ettiği ya da bizim çıkarsadığımız bir noktaya işaret etmeden geçmek olmaz.

Haziran seçimleri sonucunda ister AKP mecliste arzu ettiği çoğunluğu sağlasın, ister “meclis aritmetiği” AKP’yi zor duruma düşürecek ölçüde değişsin, Türkiye’nin seçimlerle ya da bir başka kanaldan “istikrarlı”, “huzurlu”, “suların durulduğu” bir döneme açılması mümkün görünmemektedir.

Geçenlerde sorulmuştu: “Önümüzdeki seçimlerin bugüne kadarki en önemli seçimler olduğunu söyleyebilir miyiz?” Yanıt şöyle olmalı: Kesintisiz kriz ortamının daha farklı bir düzleme taşınması, kendine yeni bir “çerçeve” bulması açısından önemli olabilir; ama “Türkiye’nin siyasal çehresinin değişmesi”, “ülkeye siyasal istikrar gelmesi” falan deniyorsa bu seçimler o kadar önemli değildir.

Gerçekten, akla gelebilecek her tür “meclis aritmetiğini” gözeterek düşünelim: Bu “aritmetiklerden” herhangi birinin, yaklaşan ekonomik darboğazları (çöküşü?); giderek tırmanacak olan işsizliği, yeni ve yüksek riskli dış politika maceralarını önleyip Kürt sorununa şu malum “çatışmasızlık ortamı” ötesinde gerçek ve kalıcı bir çözüm getireceğini söyleyebilir miyiz?

Ya AKP’nin kendi içinden çatlaması?

Olabilir. Ancak, Demokrat Parti’nin özellikle son döneminden (1957-1960) hareketle en azından Türkiye için bir kural çıkarabiliriz: İktidardaki partinin kendi içindeki çatlamalar geride kalan çoğunluğu daha müfrit, pervasız ve saldırgan kılar…

Olursa, AKP’de de böyle olacağı aşağı yukarı kesin gibidir.

Neticede şunu söylemiş oluyoruz:

HDP’nin barajı aşamaması, AKP’nin meclis eliyle her işi kendi istediği gibi (Anayasa, başkanlık sistemi vb.) götürmesi durumunda, ülkeyi böyle bir iktidara dar etme olanakları ziyadesiyle vardır. Ha HDP meclise girer de AKP’nin abuk subuk işlerine hangi gerekçeyle olursa olsun payandalık yolunu seçerse, bu kez pek çok kafa karışıklığı ortadan kalkmış, ak koyun kara koyun belli olmuş olacaktır. Bu da Türkiye soluna daha elverişli ortamlar sağlayacaktır.

“Sol açısından olanaklardan, elverişli ortamlardan söz ediyorsun; ya düpedüz faşizm gelirse?”

İşte, sol siyasette zurnanın zırt dediği yer burasıdır: “Faşizmin önlenmesini” bütünüyle kendi dışındaki güçler arasındaki dengelere, bu arada “meclis aritmetiğine” havale etmişsen geçmiş olsun; korkulan başa gelecektir.

Bu kez pek “çaktırmadan” gelebilir. Farksa, fark budur.

***

Söze BHH ile başlamıştık öyle devam edelim.

7 Haziran 2015 öncesi ve sonrası…

“Sonrasına” yukarıda bir ölçüde değindik. Öncesi, yani önümüzdeki üç ay da büyük önem taşıyor. Hatta az önceki değerlendirmeyi bu açıdan biraz “düzeltmek” de gerekebilir: Önümüzdeki seçimler, kendisine takaddüm eden (ondan önce gelen) kısa dönem açısından gerçekten önemlidir ve çok sıcak geçeceğe benzemektedir. 7 Haziran’a kadar uzanan üç ayda Türkiye’de her şey olabilir; her olasılığa hazır olmak gerekir.

İşte, BHH’nin önünde duran kritik görev, “biz açıklamamızı yaptık, artık seçimleri bekliyoruz, hele o da bir geçsin” anlayışına hiç prim vermeden bu kısa dönemi mümkün olduğu kadar aktif geçirmek, “kendini göstermek”, “gündeme oturmak”, örgütlenmek, örgütlenmek ve gene örgütlenmektir.

Başka bir deyişle, “8 Haziran’da boş bir sayfadan başlayarak yola devam ederiz” anlayışına itibar edilmemelidir. Çünkü 7 Haziran’a kadar sergilenecek performans 7 Haziran sonrasını önemli ölçüde belirleyecektir.

***

Türkiye’nin, “sağ” ya da “merkez-sağ” bir istikrar dönemine yelken açması hiç mümkün görünmemektedir. Daha sonraları için bir ihtimal, düzenin “kuvvetler ayrılığını” hem hukuken daha titiz gözeterek hem de fiilen “vesayet odaklarına” yeniden dönerek kendine çekidüzen vermeye çalışmasıdır. Bu da çok güçtür.

Peki, bu işin ucu bir yerde “devrime” çıkar mı?

O kadarını söyleyemeyiz de şunu söylemekte sakınca yoktur: Gene istikrarsız, gene krizli, gene “kaotik”, ancak bu kez solun siyaset sahnesinin başlıca güçleri arasında yer aldığı bir Türkiye…

O az önce söylenen, çıkacaksa böyle bir Türkiye’den çıkacaktır.