Yazı günü…
Oturduk, YSK’dan bugün bir karar çıkar mı onu bekliyoruz. YSK seçim sonucunu tescil ederse şöyle, “yenilensin” derse böyle…
Güncel siyasetin akışının ötesinde genel ortamı, giderek ülkenin en azından yakın geleceğini etkileyecek önemde bir karar olacak, kabul. Ama artık sıktığı da bir gerçek… Şu açıdan: Herhangi bir insanın haftanın her günü ülkede neler olabileceğine ilişkin sürekli değişebilen senaryolara kafa yorar duruma gelmesinde bir anormallik vardır.
Tamam, ülke zaten normal değil; ama hiç olmazsa kendi akıl sağlığımızı korusak iyi olur.
Neyse, bu yazı yazılırken YSK’den bir karar çıkmadığına göre biraz soluklanalım, “teorik” bir konuya değinmeye çalışalım.
***
Konu, akademi ve akademik üretim ile sol siyaset arasındaki ilişkinin “teori” eksenli olarak değerlendirilmesi… Köşe yazısı sınırlarını gözeterek konunun ana hatları ortaya koymakla yetineceğiz.
Akademik üretimin önemlice bir bölümünde ana materyal hep teorilerdir; böyle olmak zorundadır.
“Teori” sözcüğünü bilerek çoğul kullanıyoruz. Örnek verirsek, kapitalizmin gelişmesi, emperyalizm, faşizm, “devletin dönüşümü” gibi konular ciddi bir akademik çalışmada hep bu konulara ilişkin çeşitli teorilerle birlikte ele alınır. Bu konulardan herhangi birine ilişkin özel bir teoriye odaklanan çalışmalarda bile karşılaştırmalı olarak başka teorilere atıfta bulunulur.
Buraya kadar hiçbir sorun yoktur.
Sorun, herhangi bir teori izlenmesi gereken siyasetin belirleyici tek kaynağı olarak görülüp bunda ısrar edilirse ortaya çıkar. Akademi kaynaklı bu tür bir siyasal ısrarın fazla örneği olduğunu söyleyemeyiz. Ne var ki sol siyasetin içinde olanlar, (genellikle) akademik kaynaklı belirli bir teorinin aynı zamanda özel bir siyaseti de ilzam ettiğini (bağladığını, zorunlu kıldığını) düşünme eğilimindedirler.
Bizce yanlıştır ve sorun da burada başlar.
***
Yukarıda söylenenlerle “teori” denen şeyin akademiye sınırlı kalması gerektiğini mi vurgulamış oluyoruz?
Kesinlikle hayır!
Söylemek istediğimiz şudur: Herhangi bir ülkedeki sol-devrimci siyaset mutlaka belirli bir teori üzerine inşa edilmek zorundadır. Ancak bu teori akademide üretilmiş hiçbir teoriye indirgenemez (mümkün değildir); devrimci teori ya da devrim teorisi, indirgenmesi mümkün olmayan diğer teorilerden “üstün” değildir, sadece onlardan başkadır.
Bu başkalık, siyasetin, hele hele devrimi hedefleyen bir siyasetin ve ona temel oluşturan teorinin, mevcut bilimsel birikimin ötesinde, bu birikimin henüz kapsamadığı ve/ya da kapsayamayacağı alanlara da değen yanlar taşıması zorunluluğundan kaynaklanır. Şöyle de ifade edebiliriz: Siyasetin elbette bilimi olur, ama “bilimsel siyaset” diye bir şey olamaz…
Eğer belirli bir ülkedeki devrimci siyasetin temel alacağı teoriden söz ediyorsak, bu teori akademideki çeşitli teorilerin odaklandığı olguların ve süreçlerin özel bir bileşiminden hareket edecektir. Sonuçta şekillenecek teori, zaman ve mekân itibarıyla özgüllük taşıyacaktır.
Bilime, çeşitli teorilere değen yanları kuşkusuz olacaktır; ancak kendisi bunlardan hiçbiri olmayacaktır.
***
Türkiye solunun bilime ve bilimselliğe merakı iyi bir şeydir; Marksizm’in yanı sıra, bu ülkede yaşanan aydınlanma sürecinin bıraktığı olumlu bir mirastır.
Ancak, sınırları da iyi çizmek gerekir.
Örneğin, “evlilik kurumu” bilimsel bir araştırmanın konusu olabilir; bu kurumun zaman içindeki evrimine ilişkin teoriler de geliştirilebilir. Ama böyledir diye evlilik kararlarının da “bilimsel temelde” ve “teorik göndermelerle” alınmasını herhalde bekleyemeyiz.
Siyaset de biraz buna benzer; “devrimci siyaset” daha çok benzer.
***
Bu yazı 6 Mayıs günü saat 19 civarı editöre gönderildi.
Yani YSK’dan henüz bir ses çıkmamışken…