'Hayır' seferberliği-1

İçinden geçtiğimiz bu kritik günlerde ciddi tartışmalar yürütmek ve kararlar vermek durumundayız. Zira büyük bir mücadeleye giriyoruz ve taktik düzeyde bile yapılacak hataların vebali ağır olacaktır.

Örneğin, sıkça dile getirilen Anayasa değişiklik teklifinin TBMM’de 330 oyu bulamayacağı tezi teorik bir olasılıktır. Ancak bununla ilgili yapılabileceklerin sınırı bellidir ve bizler açısından içinde bulunduğumuz aşamada görev, bu küçük olasılığa bel bağlamak olamaz. 

Daha az ifade edilen başka bir teze göre; 330 üzerinde oy çıksa bile Türkiye’nin içinden geçtiği süreç düşünüldüğünde hiç kimse referandumun yapılabileceğini garanti edemez.  Buna da çok uçuk kaçık bir iddia diyemeyiz. 

Ancak doğru olan, tüm bunlarla vakit kaybetmek yerine referanduma ve sonrasına hazırlık yapmaktır. 

Buradan devam edeceğiz.

Sorumluluk ve ciddiyet

Referandum sandığına doğru giderken, geride kalan yıllar içinde oluşmuş kimi sabit konumların varlığını ve bunların kolay kolay değişmeyeceğini hatırlamakta fayda var. Ve bu nedenle referandumun sonucunu etkileyebilecek en önemli güçlerden birisi sosyalist soldur. Solun, sosyalistlerin, devrimcilerin yapacakları ve yapmayacakları her şey doğrudan referandum sonucunu ve Türkiye’nin geleceğini etkileyecektir. 

Bu söylenen boş bir iddia veya kuru bir böbürlenme değildir. Türkiye’nin geride bıraktığı dönemde biriktirdikleri, toplumun büyük çoğunluğunun güncel gelişmelerden pek etkilenmeden oy kullanacak olduğunu gösteriyor.

Daha açık yazalım, “hayır” oyu için çağrı yapacak olan CHP ve HDP’nin, mevcut güçlerinin, birikimlerinin ötesinde bir toplululuğu harekete geçirmek konusunda ciddi kısıtları var. Bir adım daha atalım, Türkiye toplumunun aşağı yukarı ortadan ikiye bölündüğü bir atmosferde gireceğimiz referandumda, eğer olursa, sonunda kazanan tarafın “burun farkıyla” kazanacağı şimdiden belli. 

Sonuç olarak iddiamız şu, oy sayısı açısından diğer güçlere göre sınırlı bir kuvvete sahip olan sosyalist sol, doğru ve etkili bir pozisyon alırsa bu referandumun sonucunu belirleyebilecek bir potansiyele sahiptir.

Bu sorumlulukla, bu ciddiyetle hareket etmeli, dilimizi, tarzımızı, çalışmalarımızı buna göre örgütlemeliyiz.

Aynı anda hem “hayır” sesini olabildiğince büyütmeye, hem “hayır” oyu verenler arasından yarını kurma iradesini örgütlemeyi başarabilmeliyiz.

Kazanabiliriz

AKP/Saray iktidarı cephesinden baktığımızda geride kalan 3-4 yılı yıkılmadan atlatmış olmak dışında bir başarıdan söz edemeyiz. Kuşkusuz bu önemsiz değildir ancak yansıtılmak istendiği gibi ortada büyük bir güç, yenilemeyecek bir kuvvet filan yoktur. 

Ancak kabul etmek gerekir ki, olanın çok ötesinde bir güç gösterisi yapma başarıları var. Örneğin, hiç tereddüt etmeden “hayır” oyu kullanacakların bir bölümünün bile “ne yapar eder, bu referandumdan evet çıkarmayı başarır” gibi bir düşüncenin esiri olduklarını görüyoruz.

İlk görev bu algının yerle bir edilmesidir. Tüm baskılara, olası hilelere rağmen kazanabiliriz…

Daha önemlisi kazanmalıyız.

Türkiye’nin geride kalan 15 yılda AKP’ye teslim olmayan önemli bir potansiyeli var. 

Bu güç, bu birikim, örgütlü ve kararlı bir mücadeleye önderlik edebilirse, süreç planlananın tam aksine AKP/Saray iktidarı için bir yıkım olur.

Evet çıkarsa… Hayır çıkarsa…

Bir konuda daha bakış açımızı değiştirmek gerektiğini söyleyerek devam edelim. 

Diyelim ki, iktidar bu süreçten istediğini aldı, bu değişiklik başarıya ulaştı. Bunun önemsiz olduğunu elbette söyleyemeyiz. Ancak referandum sonrası, ortaya çıkacak durum, biraz indirgemeci bir bakışla söylersek bugüne kadar fiilen işleyen sürecin hukuki bir nitelik kazanmasından ibarettir. Özetlersek, “evet” bir yıkım değildir fakat “hayır” ülkemizin kurtuluşu için önemli bir dönemeçtir. Evet çıkarsa, diyelim ki son 2-3 yıldır yaşadığımız karanlık güç kazanmış olur ama ya Hayır çıkarsa…

İşte o zaman önemli bir eşik aşılmış olacak. 

Bunu başarabilecek durumda olmanın kendisi başlı başına heyecan verici değil mi?

Referandum sonrasından bakmak

Referandum sonrası, diyelim ki evet çıktı. Bugüne kadar olduğu gibi bu iktidara karşı meşru direnme hakkımızı kullanmaya devam edeceğiz. Kuşkusuz o noktaya taşıdığımız güç önemli olacak. Örneğin 12 Eylül Anayasası oylaması sırasında sadece %8 karşı oy çıkmış olmasına rağmen, kısa bir süre sonra o Anayasayı açıktan savunabilen tek bir kişinin bile kalmadığını unutmamak gerekir. Bugün en kötü olasılıklı bunun 5-6 katı kadar büyük bir kuvvetin kati biçimde karşısında durduğu bir Anayasa ile ülkeyi yönetmenin mümkün olduğunu düşünen kim varsa büyük bir yanılgı içindedir.

Bu kuşkusuz kötü senaryo, daha güçlü ve bizim hedefimiz olan seçenek ise bu dayatmanın halkın çoğunluğu tarafından reddedilmesi. 

Böyle bir sonuç çıktığında AKP/Saray iktidarının tıpkı 7 Haziran sonrası olduğu gibi her tür şiddeti devreye sokarak, inatla ülkeyi yönetmeye devam etmeye çalışacağından şüphesi olan var mı?

Özetle sonuç değişmiyor, referandum deyim yerindeyse maçtan önceki son antreman olacak. Tüm kuvvetler, gerçek hesaplaşma için son kozlarını oynayacak ve biriktirebildikleri tüm güçlerle “son kavgaya” hazırlanacaklar. 

Her durumda önümüzdeki 3-4 aylık zaman dilimi, Türkiye’nin geleceğinin belirleneceği bir mücadelenin taraflarının açık ve net biçimde kendilerini biçimlendirecekleri bir dönem olacak. Emekçilerin, yoksulların, halklarımızın bu evreyi mümkün olan en dinamik biçimde, büyük hesaplaşmaya mümkün olan en yaygın, en örgütlü biçimde girebilmesi için bu dönemi değerlendirmek durumundayız.

Birleştirici ve ilerletici, örgütleyici bir hayır sesine ihtiyacımız var.

Şimdilik burada keselim, yarın devam ederiz.