Anayasa tartışmaları ve olasılıklar konusunda mevcut durumu değerlendirirken yola çıkılabilecek temel verilerden biri, AKP cephesinin rahatsız görüntüsüdür.
Gerçekten, “yeni sistemin” savunusu adına söylenenlerin (örneğin Atatürk ve İnönü dönemlerine yapılan atıfların) ve kullanılan metaforların (örneğin “bir gemi iki kaptan” gibi) akılla mantıkla bağdaşır yanı yoktur. “Bula bula bunları bulmuşlar” dedirtecek pejmürdeliktedir. Oyu açık etme gösterileri, Fetullahçılıktan aklanma gayretleri dışında, temellerinden kaygı duyulduğu için özellikle köpürtülen bir “özgüven” mesajı sayılmak gerekir. “Erken seçim” sözleri ise, şimdilik, mevcut vekillere yönelik şantajın ötesinde fazla anlam taşımamaktadır.
Özetle, AKP’nin artık “çıplak kaldığı” bir noktadayız.
Başka bir deyişle AKP örneğin 2010 referandumunda tepe tepe kullandığı dış destekten yoksun kaldığı bir yolda yürümektedir. Dış destek derken ister içten ister ülke dışından, AKP’nin kendi dışından gelen destek kastedilmektedir.
Ancak, AKP bu durumda olsa bile meclisteki son oylamalarda 330’un altında kalması düşük bir olasılıktır.
“Erken seçim” 330’un altında kalındığında gündeme gelebilecek bir yoldur ve istense bile ciddi riskleri olduğu herhalde dikkate alınmaktadır.
Sonuçta, bizce AKP’de görülen endişe ve huzursuzluk, mecliste 330’un altında kalma değil referandumda “hayır” çıkma olasılığından kaynaklanmaktadır.
İşaret etmeye çalıştığımız, yalnızca “hayır” sonucunu ağırlıkta gösteren anketler değildir. AKP liderliği, daha doğrusu “reis”, örneğin tüm anketler yüzde 60 “evet” oyuna işaret etse bile rahat etmeyecek, işi sağlama almak isteyecek “fıtrata” sahiptir.
O zaman?
O zaman akla ilk gelen 7 Haziran-1 Kasım 2015 aralığındaki “dönüştürücü manevralar” olacaktır. Bilindiği gibi rejim bu aralıkta malum dış destek çekilmiş olduğu halde “istikrar” kozunu kullanarak, özellikle yaratılan terör ve korku ortamında seçmeni etkileyebilmiş, iki partiden oy koparabilmiş ve başarılı olmuştu.
Ne var ki aynı oyun bugün de oynanırsa bu kez ters tepme olasılığı fazladır. İki tarafı da kesen bir bıçak olarak patlayan bombalarıyla terör ortamının bu kez AKP’yi, “reisini” ve rejimini yıpratması ciddi bir olasılıktır.
2010’daki dış destek artık yok, ekonomideki göstergeler olumsuz seyrediyor, terör ortamı artık öbür tarafı da kesmeye başlıyor, getirilmek istenen sistemi savunma adına “meclis vesayetinden kurtulma” gibi tuhaf şeyler söylenebiliyor…
Bu durumda?
Bu durumda, “bakalım bu kez şapkadan hangi tavşan çıkarılacak?” diye düşünmenin fazla anlamı kalmıyor. Yeni tavşan bir yana, ortada bir şapka kalıp kalmadığı bile tartışmalıdır.
Rejim, artık çıplaktır.
Endişe ve huzursuzluk bizce temelde buradan kaynaklanmaktadır.
***
Şapkada tavşan kalmaması ya da rejimin artık çıplaklaşması hiç kuşkusuz AKP’nin oy tabanında ciddi bir erozyon olduğu anlamına gelmiyor.
Ama bu oy tabanının “evet"i garantilemeye yetmeyebileceği anlamına geliyor.
İsterseniz, “kabalaştırılmış” da olsa bir modelden hareket edelim.
AKP’nin oy tabanına yüzde 45 diyelim. Bu yüzde 45 içinde 15 puan, “hilafet ve saltanat geri gelsin mi?” referandumu yapılsa “gelsin” diyebilecek kesimlere aittir. 20 puanı AKP iktidarından şöyle ya da böyle nemalananlara, bir dönemin ekonomik büyümesinden, yararlananlara, özellikle kentsel rantlardan ve sosyal yardımlardan pay alanlara yazalım.
Nihayet son 10 puan da “huzur ve istikrar olsun da ne olursa olsun” diyenlere gitsin.
Bu durumda rejimin MHP tabanından alacağı “evet” oylarıyla yüzde 50’nin üzerine çıkması elbette mümkündür, zaten kendileri de hesabı böyle yapmaktadır. Ancak, az önce sözünü ettiğimiz yüzde 20’lik ve yüzde 10’luk kesimlerin yerli yerinde, yani AKP yanında kalması koşuluyla…
İşte bunun garantisi yoktur.
Sonuçta bugün için durumu “yüzde 50 yüzde 50” olarak değerlendirebiliriz.
“Hayır” diyecekler arasında nesnel bir işbölümünden de söz edebiliriz.
Örneğin, “evet”e yönelebilecek Kürt oyu kaçaklarının önlenmesi herhalde en başta HDP’nin işi olmalıdır.
MHP oylarında “hayır” kaçaklarını artırma deniyorsa, CHP bu iş için biçilmiş kaftan sayılabilir.
Bu ülkenin sosyalistleri de kendi çevrelerinin dışına çıkıp mahallelerde, kahvelerde, sokaklarda yüzde 20’lik ve yüzde 10’luk kesimler üzerinde etkili olabilirlerse…
“Hayır” sonucunun hiç de bir düş sayılmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.