Havanın yokluğu
Yargının yokluğunu çok uzun zamandır yaşıyoruz. Eskiden genellikle siyasi davalarda gördüğümüz bu hal, son 6 yıldır her türlü davada kendini gösteriyor.
Hayatımızı sürdürmemiz için bazı temel maddelere/varlıklara ihtiyaç duyarız. Yaşamın olmazsa olmazıdır onlar. Ancak gündelik hayatın akışında bunlar aklımıza bile gelmez. Hava gibi su gibi… Gerçi azalan su kaynakları ve ödediğimiz faturalarla (özellikle içme suyu için ödenen bedellerle) suyun bedava olmadığını biliyoruz. Temiz hava bulmak da güçleşti. Ama hâlâ nefes alabiliyoruz. Nefes alamadığımız zaman havanın değerini anlıyoruz.
Toplumlar için de adalet kavramı öyledir. Adaletin yokluğunu da hava gibi “alamadığımızda/bulamadığımızda” fark ederiz. Hayatın bir olağan akışı vardır, bu akışta “adalete, hâkimlere, adil bir yargıya” gerek duymayız. Toplumsal hayatta problemler varsa, bir şeyler yolunda gitmiyorsa, dayanılacak kapıdır hukuk ve adalet.
Osmanlı’da da Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihinde de yargı düzeninin çok adil olduğunu kimse iddia edemez. Ancak son 15 yıldır da yargının giderek bozulmadığını, hele son 6 yıldır hukukun tümden ortadan kalkmadığını da kimse iddia edemez.
Yargının yokluğunu çok uzun zamandır yaşıyoruz. Eskiden genellikle siyasi davalarda gördüğümüz bu hal, son 6 yıldır her türlü davada kendini gösteriyor. Siyasi davalarda değişen bir şey yok (Bakınız, Demirtaş’ın yargılandığı davalar, Kobani ve HDP kapatma davaları. Özgür Urfa, 3 gün önce yazmıştı). Bu “yokluk” kadın cinayetleri davalarında kendini gösteriyor. Başka örnekler de var; Rabia Naz Vatan dosyasında, Nadira Kadirova’nın ya da Yeldana Kaharman adlı kadınların ölümlerinde hiçbir ciddi soruşturma yapılmadı. Tek kişi yargılanmadı. Önceki yazımızda belirttiğimiz Büyüknohutçular dosyası da aynı akıbete uğradı. Çorlu Tren Kazası, Soma faciası davaları ise daha dün gibi aklımızda.
Toplumsal başka davalarda da durum aynı. Bayramdan önce, Cumhurbaşkanı’nın tek imzasıyla sonlanan İstanbul Sözleşmesinin duruşması vardı. Yüzlerce kadın avukat, Danıştay’ın duruşma salonunu doldurmuştu ama sonuç zaten önceden belli. Yürütmeyi durdurma kararını 10. Daire reddetmişti. İtiraz üzerine dosya, Danıştay İdari Dava Genel Kurulu’na gitmiş, oradan da oy çokluğu ile itiraz reddedilmişti. Oysaki idare hukukunda temel ilke, “yetki ve usulde paralellik ilkesi”dir. Bir işlem yürürlüğe nasıl giriyorsa, aynı usulle kaldırılabilir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’nde de yetki TBMM’de olmasına rağmen, her şeyi üstlenmeye çalışan Cumhurbaşkanlığı, tek imzayla bu ilkeyi yok saymış, Danıştay da buna ses çıkarmamıştı.
İki hafta önce Danıştay’dan başka bir karar daha çıktı: Maden Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, zeytinlik sahalar artık kömür işletmelerine açılacaktı. Buna karşı yüzlerce dava açıldı. Danıştay 8. Dairesi ilk açılan dosyada yürütmeyi durdurma kararı verirken, karara esas gerekçeleri cılızdı ve iktidara da bu işin nasıl yapılacağına dair yol gösterir nitelikteydi. Toplum, yönetmelik maddesi durduruldu diye sevindi ama Danıştay Dairesi, aslında iktidarla danışıklı haller içindeydi.
Anayasa Mahkemesi ise, aslında yok olduğunu biliyor, ama toplumda “tam yokluk” haliyle güven sıfıra düşmesin diye arada iyi (gerekçe açısından zayıf) kararlar da veriyor. Anayasa Mahkemesinin bu yokluk hali, Olağanüstü Hal Kararnamelerine “yetkisizlikle” bakmadığı zaman ortaya çıktı. O süreç devam ediyor…
Yargının ve adaletin olmadığını bize en net gösteren fotoğrafı, 2 hafta önce Gezi Davası diye adlandırdığımız “İktidarın İntikam Senaryosu”nda gördük. Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi, Çiğdem Mater Utku ve Mine Özerden’e 18’er yıllık hapis cezaları verildi ve bu kararla beraber tutuklandılar. Mahkeme salonu hariç, hiç yan yana gelmemiş bu 7 kişi (Osman Kavala ile 8) Gezi İsyanı’nı organize etmek, Hükümeti şiddet yoluyla devirmeye teşebbüsten mahkûm oldular. Oysa Gezi’de bir şiddet yoktu. Şiddet, Gezi’ye kem gözlerle bakanların zihnindeydi ve bu davayla eyleme geçirildi.
Türkiye’nin en onurlu direnişlerinden biri olan Gezi’den intikamını iktidar böyle aldı.
Şimdi söyleyin Türkiye’de yargı var mı?
Söyleyin, nefes alabiliyor musunuz?
Not: Bu yazı bittikten sonra, Canan Kaftancıoğlu’na 8 yıl önce attığı tweetler nedeniyle 4 yıl 11 ay 20 gün hapis cezasının Yargıtay tarafından onandığı haberi geldi. Yok’luğun gölgesi büyüyor…