Yaşanmış, her hatırladığımızda bizleri gülümseten bir hikaye ile başlayalım.
1990'lı yıllarda farklı grup ve eğilimlerin birleştiği bir sol partinin gençleri 1 Mayıs günü yapılacaklara dair bir tartışma yürütüyorlarmış. Gençlerden birisinin en önde taşınacak pankart için "gençlik gelecek, gelecek sosyalizm" sloganını önermesi üstüne biraz uzun bir tartışma başlıyor.
Tartışma biraz uzayınca Kazım isimli "özgürlükçü sosyalizm" eğiliminden bir arkadaş da meseleyi kendi cephesinden şöyle özetliyor; "Bu olmaz, çünkü her şeyden önce sizin ve örneğin benim sosyalizmden anladıklarımız çok farklı."
Sonuçta ne karar aldıklarını gerçekten bilmiyorum ama bizim yoldaşın bu argümana cevabı önemli.
“Tamam, bu kaygıyı gözeten biçimde yeni bir önerim var; gençlik gelecek, gelecek Kazım'ın anladığı sosyalizm. Ben ona da razıyım!”
Bu anektodu şu sıkıcı günlerde espirili bir şey yazayım da İleri okurlarını biraz gülümseteyim diye yazmadım.
90’lı yıllarda herkes sosyalizmden bir biçimde kaçmaya çalışırken, sosyalizmde ısrar etmek, mümkün olduğunca kuvvetli biçimde sosyalizmi öne çıkarmak önemliydi. Bana göre bu örnek bir kaçışın bahanesi olarak ileri sürülen tezleri anlamsızlaştırmak için zekanın devreye girmesi açısından önemli.
“Özgürlükçü laiklik” meselesi
Bu örnekten yola çıkarak bugüne ve örneğin şu son günlerin popüler tartışması “özgürlükçü laiklik” meselesine gelirsek yine aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Basit ve doğrusal bir mantıkla bakıldığında belki evet demek gerektiği düşünülebilir, bu tartışmanın anlamsız olduğu söylenebilir. Fakat yukarıdaki tartışmanın özünü alarak uyarlayacaksak bu sefer yanıtımızın tam tersi olması gerekiyor.
Uzatmadan, eğip bükmeden söyleyelim, bugün laiklik ekseninde sert bir kutuplaşma yaşanırken, örneğin iktidar TBMM Başkanı ağzından olabilecek en ileri noktadan saldırıya geçmişken laiklik mücadelesini büyütmeye katkı koymayan, hele onu önemsizleştirmeye, sulandırmaya yarayan her tür girişime karşı net bir tutum almak gerekir.
Örneğin herhangi bir zamanda oturup, Türkiye tarihinde herhangi bir zaman diliminde gerçek bir laiklik yaşanıp yaşanmadığına dair tartışmanın saçma olduğunu söyleyemeyiz. Gerçekten, Türkiye’de örneğin sosyalistlerin hedeflediği biçimde bir laikliğin hiç bir zaman yaşanmadığı bilimsel-tarihsel verilerle örneklenebilir, bunlar tartışılabilir. Ancak bugün kağıt üzerinde dahi laikliğin varlığını kendi politik emelleri açısından engel olarak gören ve bunun kırıntısına dahi tahammülü olmayan bir iktidar karşısında laiklik mücadelesini büyütmeye değil de sorgulatmaya yönelen her tür girişim niyeti ne olursa olsun mücadeleye zarar verir.
İki, Türkiye’de dincilik ve daha somut olarak dinciler siyasette her dönem önemli bir vektör olarak belli bir ağırlık taşımıştır. Özellikle 12 Eylül sonrası hem siyasal düzlemde, hem toplumsal hayatın tümünde dinin etkisi her gün artarken “özgürlükçü laiklik” adı verilen liberal sol tutum bunun yolunu açmak konusunda epey bir işlev görmüştür.
Üç, Özellikle altının çizilmesi gerekiyor, bugün Türkiye’de laiklik mücadelesi başlı başına bir özgürlük mücadelesidir. 10-15 sene önce türbanla üniversiteye girilip girilmeyeceği tartışılırken bugün türbansız üniversiteye girebilmek için laiklik demek zorundayız. 10-15 sene önce laik bir ülkede memurların çalışma saatlerinde Cuma Namazı’na gidip gidemeyeceğini tartışırken, bugün pek çok kamu kuruluşunda çalışan emekçi Cuma Namazı’na gitmeme hakkını kullanmak için laikliğe tutunmak durumundadır. 10-15 sene önce gereğinden fazla İmam-Hatip okulu açılması, zorunlu din dersleri tartışması yaparken bugün çocuklarımızı İmam-Hatip dışındaki okullara gönderebilmek için, tüm seçmeli derslerin din dersleri arasından seçilmek zorunda kalınmasından kurtulmak için mücadele etmek zorundayız. Uzatmayalım, 10-15 sene önce de şeriat rejiminin ne olduğuna dair fikrimiz vardı ama İŞİD adı verilen insanlık düşmanı çeteyle iktidardaki siyasi partinin temsilcileri arasındaki mesafe bu kadar kısa değildi.
Halkın anladığı laiklik
Türkiye’de bugün laiklik sadece kağıt üstündedir ve TBMM Bakanı’nın açıklaması buna bile tahammülleri kalmadığını göstermektedir.
Önümüzdeki günlerde kimi “sağ duyulu” iktidar partisi mensuplarının “yok canım olur mu öyle şey” tadındaki açıklamaları bu durumu değiştirmez. AKP daha önce çok sık yaptığı gibi, pazarlığı epey yüksekten açmayı ve geri çekilse bile bir mevzii daha tutmayı planladığından hiç şüpheniz olmasın.
Böyle bir taktik adım olarak, bir deneme olarak görülmesi gereken bu çıkış bir açıdan işe de yaramıştır. Türkiye’de 10-15 sene önce laikliğin teminatı olarak görülen TSK’dan tık bile çıkmaması önemlidir. CHP’nin merkez yönetiminin böyle bir derdinin olmadığının bir kez daha görülmesi önemlidir.
Türkiye’de düzen güçleri el birliği ile laikliğin ruhuna el-fatiha okumuş durumdalar.
Ancak bu deneme bir şeyi daha açıkca ortaya koyması açısından önemlidir. Meydan o kadar da boş değildir. TBMM Başkanı’nın konuşmasının basına yansımasının hemen ardından açığa çıkan tepki önemlidir. Bu tepkiyle çok hızlı bir uyum yakalayan Birleşik Haziran Hareketi eylemleri önemlidir (Polis’in neredeyse tüm eylemleri şiddetle bastırmaya çalışmış olmasını da kayıt altına alalım).
Özetle bu deneme laikliği kesin biçimde ortadan kaldırmaya çalışan bir rejim ile laikliği hem siyasal hem toplumsal yaşamın bir değeri olarak gören geniş bir kitlenin yumruk yumruğa gelmesi olmuştur. Bu noktadan sonra bu hesaplaşmanın bir uzlaşmayla çözülmesi mümkün değildir.
Öyleyese hiç sulandırmadan, boylu boyunca bu kavgaya girmek, kavgayı büyütmek ve toplumsallaştırmak sorumluluğu ile karşı karşıyayız.
Laiklik bugün yalın, düz hatta dümdüz anlamıyla sadece emekçi halkın ve bu ülkenin ilerici insanlarının gündemi ve mücadalesinin bir konusuysa devrimciler açısında da bu kadar saf bir biçimde mücadele başlığıdır.
İlle de nasıl bir laiklik sorusuna yanıt vermek gerekiyorsa, şimdilik halkın anladığı ve uğruna mücadele ettiği laiklik demek yeterlidir.