Bu ülkede kafasında bir devrim tahayyülü olan herkes “bu iş” olduğunda nasıl, hangi süreçlerle, ne gibi uğraklardan geçerek olacağını şöyle ya da böyle düşünmüştür.
Bu konuda dağarcığımızda ne olduğu da bellidir: “Devrimci durum koşulları…” Der ki üsttekiler eskisi gibi yönetemiyor, alttakiler eskisi gibi yönetilmek istemiyor ve ülkeyi saran derin bir kriz durumu…
Doğrudur; ama bu üç durumu neler yaratır, böyle durumlar nasıl ortaya çıkar?
İşte, bu soruya hiçbir bilimin, öğretinin ya da teorinin peşin yanıtı yoktur ve olamaz.
“Bilimsel sosyalizmin” de yoktur. Bu bağlamda Bottomore’un eski bir uyarısı yerindedir: “(Marx) sosyalizme ‘bilimsel temel’ kazandırmak istemişti (ve) sosyalizme bir bilim olarak değil, yeni ve daha iyi insan ilişkilerini getirmeyi amaçlayan bir toplumsal ve siyasal hareket olarak bakıyordu.” (T.B. Bottomore, Marx: Selected Writings in Sociology and Social Philosophy, Penguin 1969, ss. 30-31).
Ayrı ve uzun bir tartışma konusudur; not edip geçelim: Marksist öğreti, “devrimci durumların” nasıl, hangi süreçlerde ve ne tür dinamikler sonucu ortaya çıkacağını öngöremez; ama ortaya çıkan devrimci durumları (hareketi) bilimsel temelleriyle çözümleyebilir ve bu anlamda siyasal öznelere yol gösterebilir.
***
Madem böyle deyip işi burada bırakmayacaksak birkaç adım daha atalım.
Amerikalı tarihçi Charles Tilly’nin bir karşılaştırmasına başvurabiliriz. Tilly güneş tutulması ile devrim arasında bir karşılaştırma yapar ve şöyle der: “Devrim, güneş tutulmasına benzemez; gök cisimleri belli bir düzene göre hareket ettiği için, güneş tutulması, belirlenebilecek ve kesin biçimde kavranabilecek koşullar – ve yalnızca bu koşullar – altında şaşmaz bir takvime göre tekrarlanır. Oysa devrim, trafik sıkışıklığına benzer…”
Tilly, trafik sıkışıklığına yol açabilecek, birbiriyle ilişkili ya da ilişkisiz çok sayıda etmenden söz ettikten sonra şöyle bağlar: “(…) gerekli ve yeterli koşulları, olayların standart iç dizilimini veya akla uygun değişken sonuçları belirten bir genel teori, ne trafik sıkışıklığı için mümkündür ne de devrimler için” (Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler 1492-1992, çeviren: Özden Arıkan, Alfa Tarih 2016, ss.22-23).
Birkaç yıl önce Türkiye’yi bekleyen “kaotik süreçlere” işaret edildiğinde “Biz kaotik değil sosyalist devrim isteriz” denmişti.
Şimdi de “Trafik sıkışıklığı değil güneş tutulması istiyoruz” diyenler çıkabilir.
Olmaz, ama canları sağ olsun…
Biraz daha devam edelim.
***
“Çok fazla” değil biraz daha devam edersek ulaşacağımız yer şu oluyor: Hepsi 2013 Gezi Direnişine içselleşmek, orada “yeniden” tecessüm etmek (cisimleşmek) üzere 1919-1922 Kurtuluş Savaşı, artı 15-16 Haziran 1970 büyük işçi eylemi, artı 1973-80 döneminin kitleselliği…
Ama hepsinde eksik olan bir şey yok mu?
Vardır ve o da devrimci öznedir.
Hepsini Gezi’ye içselleştirmek, orada yeniden cisimlendirmek gerekir demiştik…
Ama devrimci özne olmadan olmuyor; yarım, eksik kalıyor…
Böyle olunca da batılı saygın Marksistler bile örneğin Gezi’de başka şeyler bulabiliyor ya da olduğunu varsayabiliyor. David Harvey’in 2015’te yaptığı gibi:
“Eğer ‘Occupy’da ya da Gezi Parkı’nda ve Brezilya kentlerinin sokaklarında olanların ilerici hareketler olduklarını düşünüyorsam ve bunlar tamamıyla ya da kısmen anarşist ve otonomist düşünce eylemlerle harekete geçirildiyse (vurgular bizim) bunlara olumlu bakmamam için ne gibi bir neden olabilir ki?”.
Gezi’yi tamamıyla ya da kısmen “anarşist ve otonomist düşüncenin” harekete geçirdiği tespitine itiraz edecek Geziciler Harvey’e kızmasın.
Harvey ne dumanlı bir vaade kanmış ne de bir hülyanın gönlünü yakışına izin vermiştir, yalnızca devrimci bir öznenin olmadığı böyle büyük bir kitlesel harekete “olsa olsa böyledir” diye bakmıştır.
Gereğini yapmak; açığı kapatmak da bizim görevimiz olmalıdır.