Son bir ay içinde iktidar cephesinde yaşanan gelişmeleri satranç oyununa benzetenler var.
Benzetmeye temelde ciddi bir itirazımız yok. Ancak unutmamak gerekiyor: Bugüne kadarki en uzun satranç karşılaşması 1989 yılında gerçekleşmiş; oyuncular toplamda 269 hamle yapmış ve 20 saat süren oyun beraberlikle sonuçlanmış.
Siyaset elbette çok farklıdır. Bir kere, dar bir zaman kesitine bakıldığında oyun iki taraf arasında oynanıyor görünse bile tarafların hesaba katmaları gereken masa dışı pek çok oyuncu vardır. Sonra, siyasette “sonuç” denebilecek herhangi bir durum saatler değil, aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkar. Nihayet, siyaset oyunu yıllar sürse bile tarafların birbirlerine karşı toplam 269 hamle yapmaları pek düşünülebilecek bir durum değildir.
O zaman mevcut duruma “satranç” benzetmesinin ötesine geçerek bakmaya çalışalım.
***
Son birkaç haftanın dikkat çekici gelişmelerini üç grupta toplayabiliriz: 1) Albayrak’ın istifasını izleyen, yargı başta olmak üzere çeşitli alanlarda “reform” söylemleri; Bülent Arınç’ın Kavala ve Demirtaş’la ilgili “yoklamaları”; 2) Osman Baydemir’in 2015 Haziran seçimlerinin ardından HDP olarak AKP’ye koalisyon önerdiklerine ilişkin “ifşaatı” ve AKP kurucularından eski Diyarbakır milletvekili Mehmet İhsan Arslan’ın yakın geçmişe ilişkin gözlemleri; 3) Alaattin Çakıcı’nın tehditleri, Bahçeli’nin bu tehditleri sahiplenmesi ve MHP’den profili fazla yüksek olmayan bir ismin Kavala ve Demirtaş hakkında söyledikleri nedeniyle Arınç’a saldırması…
Üç grupta topladığımız bu olgular ilk ağızda kim olursa olsun aynı şekilde okunacaktır: Dünyadaki kimi gelişmeleri dikkate alan Erdoğan cephesi “yeni bir yüze” ihtiyaç duymaktadır… Kürt siyaseti (en genel anlamda) içinden bu yeni yüz ihtiyacına “belki bu sefer olur” beklentisiyle yaklaşanlar çıkmaktadır… MHP tarafı ise “Zinhar yaptırtmam” diyerek diş göstermektedir…
İlk ağızdaki böyle bir okumaya “Ne alakası var?” şeklinde kesin bir itiraz mümkün değildir.
Ama, işin aslı bu mudur? Böyle bir okuma akla yakın görünse bile siyasetin bundan böyle bu mecrada gelişmesi, daha önemlisi bu süreçten “demokrasisi onarılmış” (!) bir Türkiye çıkması mümkün müdür?
***
Sürecin olumlu sonuçlar getirmesi olasılığını (son dönemin moda deyişiyle) “satın alanlar” mutlaka çıkacaktır; hem de fazlasıyla… Başta liberaller, ana akım medya dışındaki kanaat önderleri, büyük sermaye çevreleri ve Kürt siyasetinden kimi unsurlar…
Bu gruba CHP ile birlikte AKP çıkışlı yeni partileri de katarsak yaygın olduğu söylenebilecek bu beklentinin görmek istemediği kimi gerçeklere kısaca değinmeye çalışalım:
Erdoğan’ın elinin MHP’ye ve/ya da “Ergenekon”a istemeden mahkûm olduğu şeklindeki değerlendirme bizce yanlıştır. Erdoğan’ın “pragmatist” bir siyasi lider olduğu hep söylenir, doğru da olabilir. Ancak, Erdoğan pragmatist bir siyasetçi olarak bu ülkede milliyetçiliğin iş yaptığını görmüştür ve bu tespit artık pragmatizm ötesinde kalıcı bir ideolojik-siyasal tercihi de beraberinde getirmiştir. Otoriter ve faşizan yönelimlerin ille de etnik temelde olması şart değildir; büyük devlet milliyetçiliği ve şovenizmi de olabilir ve Erdoğan’ın bu kozu olduğu gibi MHP’ye ve/ya da Ergenekon’a bırakmaya razı olacağı düşünülemez.
Milliyetçiliğin CHP’li, Kemalist, laik, vb. kesimlere de hitap ettiğini gören biri neden bunu başkalarına bıraksın ki?
***
“Yargı reformu” söyleminin alıcı bulması ise “acınası” bir duruma işaret etmektedir.
Hukukçu değiliz, “hukuk felsefesi” de bildiğimiz bir konu değildir; ama bir noktanın tespiti için bunlar hiç de gerekli değildir: Fahiş bir hukuksuzluğun düzeltilmesi, bu hukuksuzluktan geri dönülmesi, hukukun tesisi, hukukun “üstünlüğünün” kabulü anlamına gelmez!
Acınası dediğimiz durum, bunun böyle olacağının sanılmasıdır…
Yarın Kavala ve Demirtaş tahliye edilseler, kendilerine karşı dava açılmasına cevaz veren yasa maddeleri, bu maddelere göre iddianame hazırlayan savcılar, tutukluluk kararı veren yargıçlar ve nihayet hukuku talimatla işleten siyasetçiler yerlerinde dururken Türkiye bir anda “hukuk devleti” mi olacaktır?
***
“Son dönemin gelişmeleri” derken eksik kalmasın: Bir de hiç izlemediğimiz, ancak üzerindeki tartışmalar dolayısıyla sosyalist örgütlerde henüz birtakım bölünmeler olmamasını hayretle karşıladığımız “Bir Başkadır” dizisi var…
İzlemediğimizden bir şey diyemiyoruz; ama “yeni yüz” dalgası yükselirse atıfta bulunulacak bir “kaynak” olabileceği anlaşılıyor…