Sosyalizm mücadelesinin, çekiciliği dönemlere göre farklılık gösterse bile özellikle gençlere hitap ettiği, mücadelenin en başta genç kuşaklardan beslenip kan aldığı biliniyor.
Ancak bu hitabın “rakipsiz” kaldığını, başka ideolojilerin gençlerin yanına bile yaklaşamadığını söyleyemeyiz. Bu ideolojiler arasında sosyalizme doğrudan ve açıkça düşman konumda yer alanlar olduğu gibi, sosyalizmle ilişki, hatta “gerçek sosyalizm” iddiasını taşıyanlar da vardır.
Türkiye’nin son otuz yılına baktığımızda, açık düşmanlar dışında iki ideolojinin sırayla gençliğe yöneldiğini görüyoruz. İlki, 1980’lerin ikinci yarısında boy gösterip etkisini uzunca bir süre devam ettiren liberalizm, daha doğrusu onun “sol” versiyonudur.
Gençlik kesiminde “türbana özgürlük” deyip dincilerle omuz omuza eylem yapanlar çıkmıştır. Bir dönem üniversite kantinlerinde, bu arada örneğin ODTÜ’de öğrencilerin ellerinde en çok Taraf gazetesinin görüldüğü söylenirdi. Mitinglerde ve yürüyüşlerde düzen ve disiplin istendiğinde “Biz asker miyiz” diye itiraz eden gençler görmüşüzdür. Ardından “genç siviller” gibi oluşumlar zuhur etmiştir vb.
Günümüze gelindiğinde, bu dalganın artık inmiş olduğunu görüyoruz.
Yerine göz koyan, “ulusalcılık” denilen başka ve ilkine görünüşte taban tabana zıt özellikler taşıyan başka bir akımdır.
Şimdi bu akım, abileri ve ablaları, hatta amcaları ve teyzeleriyle gençliği gözüne kestirmiş gibidir (liberalizmde yaş faktörü amcalara ve teyzelere kadar çıkmıyordu)
***
İlk dalga olan liberalizm, gençliğin karşısına çıktığında Deniz Gezmiş-Mahir Çayan referansları yapamazdı. Doğasına aykırı olurdu; nitekim “cuntacı”, “darbeci” vb. dediler ve kestirip attılar.
İkinci dalga ise anlaşıldığı kadarıyla bu geçmiş referansları konusunda kendi elini daha rahat hissediyor.
1968 Samsun yürüyüşü ve 6. Filo eylemleri… Mustafa Kemal’in “istiklali tam” ilkesinin sahiplenilmesi… 60’lı yıllara özgü “ikinci kurtuluş savaşı” tanımlaması… Ve bütün bunların içinden alınıp günümüze taşınan bir Gezmiş-Çayan mirası…
Söylenenlere göre, bugün “ulusalcı” kesim bu iki önderin 1972 yılına kadar taşımış oldukları bayrağı devralmıştır; bugün verdikleri “vatan savaşıyla” Gezmiş ve Çayan’ın gerçek mirasçısı onlardır ve bu anlamda tarihsel sürekliliği de kendileri temsil etmektedir…
Oysa Gezmiş ve Çayan’ın gelebildikleri son nokta, bugünkü ulusalcıların bulundukları nokta değildir; yapılan, miras üzerinden hamasi ve fırsatçı bir edebiyattır.
***
Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan dönemin TİP’iyle yollarını ayırmışlardır; ama sonrasında ne Yön’ün ve Avcıoğlu’nun peşinden gitmiş ne de 9 Mart sol cuntasını beklemişlerdir.
Evet, MDD görüşünü benimsiyorlardı; ama bu işin ustası Mihri Belli’ye rağmen kendi göbeklerini kesme kararı almışlardı.
“Sızılabilecek”, “dışardan etkilenebilecek”, “doğru yola çekilebilecek” çeşitli siyasal örgütlenmeler varken THKO ve THKP örgütlerinin kuruculuğunu yapmışlardır.
Mahir Çayan’ın her yazısı Türkiye’de başka herhangi bir şeyin değil sosyalizmin önünün nasıl açılabileceğine ilişkindir.
Deniz Gezmiş idam sehpasında “Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi, yaşasın Kürt ve Türk halklarının bağımsızlık mücadelesi” demiştir…
Madem sahipleniyorlar, “ulusalcılar” bunu diyebiliyor mu?
Bu durumda en iyisi “ulusalcılara” Gezmiş-Çayan kim, siz kimsiniz demektir.
***
Eğer bugün;
Emekçi sınıfla sermaye sınıfının çıkarlarının örtüştüğünü söyleyecek;
HDP’nin kapatılmasını isteyecek; bu partinin Ankara’nın göbeğinde kongre yapabilmesini tuhaf karşılayacak;
CHP’nin başında Ümit Kocasakal’ın olmasını yeğleyecek;
Dün “Erdoğan’ın önünü açtı” diye eleştirilen Deniz Baykal için bugün “kaset oyunuyla tasfiye edildi” diye üzülecek…
Bir Deniz Gezmiş, bir Mahir Çayan tasavvur edebiliyorsanız, bu yazı boşuna yazılmıştır.
Gençliğin hayal gücü yüksektir; ama bu kadar olacağını sanmıyoruz…