Günümüzde sosyalizmin yaşadığı önemli darboğazlar, ikilemler ya da gerilimler vardır. Bunların dile getirilmesi de kimilerinin düşündüğü gibi “zaaf” sayılmamalıdır. Söz konusu sorunlar hem uluslararası planda hem de özel olarak Türkiye ölçeğinde yaşanmaktadır.
İşin aslına bakılırsa çok da yeni bir durum ya da olgu sayılmamalıdır.
Hani “Abi bildiğin gibi değil günümüzde dünya çok değişti” deniyor ya; dünya 19. yüzyılın-ikinci yarısında da, 20. yüzyılın ilk yarısında da bu dönemlerin sosyalist özneleri açısından önceki dönemlerin dünyasına göre “çok değişmişti”. Sonuçta mesele, hangi birikmiş değişimlerin aynı zamanda nitel bir dönüşüme işaret edebileceğine kafa yormadan önce, elimizde olanla (müktesebatımız) mevcut durum arasındaki açıya bakmak ve bu açının nasıl daraltılabileceği üzerinde düşünmektir. (Açının tam kapanması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır)
Burada, kendi görebildiğimiz, gerilim yaratan açılardan kimilerine kısaca değinmek istiyoruz; başkalarının da eklenebileceğini peşinen kabul ederek…
***
Marksizm’i “ortodoksça” savunma gerekliğiyle bu ortodoksluğu günümüzde yeniden üretme zorunluluğu arasındaki açı…
Günümüzde birtakım özel alanlara aşırı ölçüde sıkıştırılmış durumdaki bilimin ortaya koyduğu, belki önemli ve çarpıcı, ama tikel bir alana ait olgularla her şeye rağmen bir araya getirici ve bütünleştirici olması gereken siyaset arasındaki açı…
Dünyadaki otoriter-faşizan-faşist gidişe karşı yapılması gerekenlerle, örneğin bu gidişe karşı en geniş kesimleri seferber etme göreviyle amasız fakatsız sosyalizm hedefi arasındaki açı…
Vazgeçilmezliğini her şeye rağmen koruyan geleneksel parti formunda örgütlenmeyle günümüz gerçekliğinde çok daha fazla sayıda insanı harekete geçirebilecek başka örgütlenme/örgütlülük formları arasındaki açı…
Dediğimiz gibi, bunlara başkaları da eklenebilir. Bu kadarıyla alırsak, önce neyin olamayacağını belirtmeye çalışalım: Sözü edilen açılardan tek tek her birine odaklanarak çözümü o alanın kendi içinde aramak, daha doğrusu yola buralardan çıkmak bizce çözüm olamaz. Böyle bir arayış, günümüzün liberal ideolojisinin dayattığı özel alan fetişizminin kabulü anlamına gelir.
***
Bizce çözüm, söz konusu açıların varlığını gören, ancak kendini bunların hepsinin türevi olarak kurgulamayan, hangi açıda ne sorun varsa bunların istisnasız hepsine değme/çözüm getirme iddiası taşımadığı gibi böyle bir zorunluluk da hissetmeyen bir örgütlü siyasal hareketin inşa edilip güçlendirilmesidir.
Bir siyasal hareketin kendini bilimsel çalışmanın tikel bulgularından, farklı meslek gruplarının özel sorunlarından, siyasal iktidarın belirli bir alanda attığı adımlardan vb. hareketle, herhangi bir önsel konum olmadan bunlardan başlayarak kurgulaması projecilikten başka bir yere varamaz.
Düzen partileri projeci olabilirler ve öyledirler. Bu anlamda karşılığı olsun olmasın hep “daha somut” şeyler söylerler. Buna karşılık düzenin kendisini toptan karşıya alan hareketler bu konumlarının doğal bir sonucu olarak verili somutluğun daha soyuta doğru birkaç kademe üzerinde yer almak zorundadırlar.
“Her şey sosyalizmle çözülür” afaki kolaycılığı ile “önce hele bir ‘A’ sorunu çözelim” pragmatizmi arasındaki açı, ne kadar gerilim yaratıyor olursa olsun asıl zenginliği barındıran alanı tarif eder; bu alanda önsel teori kadar pratik, yerleşik olan kadar deneyimsellik ve örgüt kadar da hareket vardır…
Bu alanda yol alınacaksa iki noktanın iyi bilinmesinde ve akılda tutulmasında yarar vardır. Birincisi, teori Nasrettin Hoca’nın kazanı gibi değildir; kendi kendine ne doğurur ne de ölür.
İkincisi, hiçbir hareket ya da pratik bize önceki teoriyi büsbütün eskitip geçersizleştirecek yepyeni bir teori verecek değildir.
Sosyalistlere düşen, bu gerilimleri göğüsleyerek aradaki açılardan yürümek ve yol almaktır.
Ayrıca, tamamen “günümüze” ve “bize” özgü olduğu da sanılmamalıdır; 1800’lerin ikinci yarısının sosyalistleri de 20. yüzyılın ilk çeyreğinin Bolşevikleri de böyle yapmış, bu yollardan yürümüşlerdir.