Geriletici gericilik

15 yıllık AKP iktidarının başlıca özelliklerinden birinin, tanımını nasıl yaparsanız yapın “gericilik” olduğunu biliyoruz. 

Gerici olan, ülkeyi uzun süredir yönetiyor olsa bile toplumu da tümüyle gerici yapamaz, zaten yapamamıştır. Ancak bir de “geriletme” olayı vardır; gericileş(tir)meden farklıdır ve AKP iktidarı bunda başarılı olmuş, toplumsal ve siyasal yaşamın pek çok unsurunu geriletmiştir. 

Bu söylenene solu da dâhil edebilir miyiz? 

Kimse kusura bakmasın, edebiliriz. 

Saray rejimiyle “taçlanan” AKP iktidarı, sosyalistler dâhil solun büyük kesimini “bu ülke nasıl daha iyi yönetilebilir” sorusuna yanıt arama çabalarına hapsetmiştir.  “Bunda ne var” demeyin: Bu ülkede AKP dâhil herhangi bir siyasal partiden ve iktidardan bağımsız, hepsini önceleyen ve sonralayacak olan bir düzen vardır; işte bu düzen kabul edilmekte, “nasıl daha iyi yönetilir” sorusuna odaklanılmaktadır. 

Adıyla sanıyla gerilemedir. 

Başkaları da var, ama “özel” bir örneğe başvuralım: Türkiye’nin idari yapısı; eyalet sistemine ya da “özerk” idari bölgelere geçiş… Kürt siyasetinin bu modelleri kendi hedefleri açısından benimseyip savunması normal, anlaşılır bir durumdur. Ama özellikle sosyalistlerin benzer modelleri “ne iyi olur” diye karşılaması, “bu ülke böyle daha iyi yönetilir” noktasına ricattan başka anlam taşımaz. 

Kimseye haksızlık etmek istemeyiz, devam edelim.  

Geçmişte sol, temelde düzene dokunmayacak, düzen tarafından da benimsenmesi olası yapılanmalar önerdiğinde, bu yapılanmaların sosyalist hareketin önünü açıcı, onu kimi engellerden, ayak bağlarından kurtarıcı rolüne de işaret etme gereğini duyardı. Doğru yanlış, ama akıllarda mutlaka böyle bir perspektif, gerekçelendirme olurdu. 

Şimdi buna da gerek duyulmamaktadır. 

Az önceki örnekle devam edersek, “adem-i merkezi” yapılanmanın sosyalizme ne yarar sağlayacağı konusunda ya hiçbir şey söylenmemekte ya da söylenenler birtakım temelsiz temennilerin ötesine geçmemektedir.

Çünkü akıllar “Türkiye’nin nasıl daha iyi yönetilebileceği” sorusuna ayarlı duruma getirilmiştir. 

Kuşkusuz gericilik değildir, ama gerileme değil de nedir?

***

Bu gerilemenin soldaki kimi öbekler için özel bir rant alanı yarattığı görülüyor. 

Küçük çocuklar büyükleriyle sevdikleri bir oyun oynadıklarında dur durak bilmezler. Büyüklerini usandırıncaya kadar “bir daha, bir daha” diye aynı oyunu defalarca oynamak isterler. 

Biraz buna benziyor: 80’li yılların ikinci yarısından başlayarak sosyalist düşüncenin liberalizme karşı verdiği etkili mücadelede önemli yerleri olanlar hayatın hep böyle devam etmesini istiyorlar. “Bir daha, bir daha” diyorlar. Ortodoks sosyalizmle türlü çeşitli liberal restorasyon projeleri arasındaki ezeli olmasa bile herhalde ebedi sayılan mücadelede mukayeseli avantaja sahip olduklarını düşünüyor olabilirler. 

Bu kesime de haksızlık etmek istemeyiz. 

Belki 1960’lı yılları referans alıp bu on yılın 1961-65 kesitinde sol aydınlar arasında cereyan eden yoğun, gerçekten ilerletici ve formasyon kazandırıcı tartışmaları düşünüyorlardır. Sonra da aynı on yılın 1965-71 kesitine damga vuran sol etkiyi ve toplumsallaşmayı… 

Ne var ki 1961-65 kesitinde tartışmacı çevreler ile ulaşılmak istenen kesim arasında sınırları az çok belirgin bir departmanlaşma vardı. Bugünse böyle değildir; her şey belki de fazlasıyla iç içe geçmiştir, birliktedir. 

1961-65’in tekrarlanması mümkün değildir.  

Bir yerlere “sağlam” basıp hep orada durarak cazibe merkezi olma modelinin, siyasal mücadelede kadro devşirme ve eldekileri konsolide etme dışında bir işlevi ve getirisi olabileceğini sanmıyoruz. 

Bir tür “Ortodoksluk yap denize at, balık bilmezse Halik bilir” anlayışıdır. 

***

Sonra, “şizofrenik durumlardan” da kaçınılmalıdır.

Ana akım süreçlerin içinde yer almak kuşkusuz doğrudur; ama bu süreçlerde “Biz aslında çok başkayız, çok sıkıyız, ama burada böyle yapıyoruz” türü bir yarılma kimseye yarar getirmez. Bizce yapılması gereken, ana akım süreçlerde ağırlık taşıması kaçınılmaz olan “Türkiye nasıl daha iyi yönetilir” sorusunu aşan perspektiflerin, ülkenin saray rejiminin ötesindeki gerçeklerinin, başka bir Türkiye hedefinin, bu süreçlerde yer alan insanlara usanmaksızın anlatılması, aşılanmasıdır. 

Daha açığı mı?

Sosyalistler, kendi perspektif ve hedefleriyle ilişkilendirmeden, bu çerçeveye oturmadan ve bu bağlamda değerlendirmeden, “Türkiye nasıl daha iyi yönetilir” faslında yeni anayasa olsun, ülkenin idari yapısı olsun, “çözüm süreci” olsun peşin hiçbir angajmana girmemelidir.