Rejim, karşısındaki % 50’yi bir yerlerinden tırtıklayabilir, ama kemirip küçültmesi çok güçtür. Türkiye’nin bugün durduğu noktada “emanet hayır’lar” gitse bile başka hayır’lar gelecektir. Rejimin durumu tersine çevirmesi, içeriye “büyük zafer” olarak yansıtabileceği bir dış hamleyi ya da Kürt meselesinde yeniden çözüm masasına oturmayı gerektirmektedir ki her ikisi de pek mümkün görünmüyor.
Bu durumda, her ağacın kurdunun kendi özünden olması deyişindeki gibi rejim karşıtı “cephenin” kemirgenleri de muhtemelen kendi içinden çıkacaktır.
Kastettiğimiz, bilinçli sabotörler, kendi dar çıkarları adına güçleri zayıflatabilecek olanlar ya da “aman iş cepheleşmeye varmasın” kaygısı taşıyan nazenin muhalifler değildir. Başka, çok daha ‘nesnel’ bir durumdan söz ediyoruz.
Türkiye, geriye referanslarla, geçmişteki şu ya da bu işleyişe yeniden dönülmesiyle ve AKP tahribatının orasından burasından onarılmasıyla rayına oturtulabilecek bir ülke olmaktan çoktan çıkmıştır.
Bir benzetmeyle anlatmaya çalışalım:
Diyelim dolar altı aylık bir dönem içinde sürekli yükselişle 3TL’den 4 TL’ye çıktı. Sonra, belirli bir noktada inişe geçti ve iniş sürüyor. Bu inişin en baştaki 3 TL’ye ve altına kadar devam etmesi normal koşullarda mümkün değildir. Bir süre, diyelim 3,50-3,60 “bandında” seyredecektir…
Bunun gibi, Türkiye’nin düzen içi oluşumlar ve projelerle AKP iktidarı öncesine götürülmesi mümkün değildir.
Ya AKP sonrasına taşınması?
Düzen içi oluşumlardan söz ediyorsak o da olanaksızdır; çünkü köprülerin altından çok su akmıştır.
“Demokrasi” ve “hukuk devleti” mi?
“Terör örgütleri”, “terör eylemleri”, “bölücülük”, “FETÖ’cü sızmalar”, 15 Temmuz gerçeği vb. denilerek Türkiye’nin demokrasiye ve hukuk devletine bu tür tehditleri gözeterek yaklaşması gerektiğini AKP karşıtı pek çok kesim kabul edecektir.
Meclis’in işlevleri, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı mı?
AKP’yi yerden yere vuranların önemlice bir bölümü, küreselleşmiş bir ekonomi, kıyasıya rekabet, jeopolitik koşullar, bölgenin hassas dengeleri gibi gerçekler karşısında çabuk hareket etme, yasama ve yargının yürütmenin inisiyatif kullanmasına engel oluşturmayacak bir noktada tutulması gerekliliğinden söz edecektir.
Özelleştirmeler mi?
Düzen içinde kalıp bu konuda ses çıkarabilecek babayiğit var mıdır sizce?
Laiklik mi?
Bu ülkenin % 99’unun Müslüman olduğu, geçmişte laiklik adına birtakım yanlışlar yapıldığı, mütedeyyin kesimin hassasiyetlerinin gözetilmesi gerekliliği vb. bir kez daha hatırlanacak ve gereği neyse yapılacaktır.
***
Yukarıda söylenenler, rejim karşıtı “cephe” içinde yer alan devrimcilerin ve sosyalistlerin güç, ama kritik bir görevle karşı karşıya olduğuna işaret etmektedir.
Aynı zamanda zorlayıcı bir duruma da…
“Zorlayıcı durum”, devrimcilerin ve sosyalistlerin ülkenin bugün geldiği noktanın ancak ileri bir hamleyle, daha doğrusu sıçrayışla aşılabileceğini bilmelerinden kaynaklanan “teorik gerçekçilikleri” ile, bu sıçrayışa mümkün olduğunca fazla insanı katmanın güçlüklerini görmelerinden kaynaklanan “pratik gerçekçilikleri” arasındaki açıdır.
“Sosyalizmden aşağısı kurtarmaz” sözünün ha bire tekrarlanmasıyla “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” beklentisi, bu açıyı daralması mümkün olmayan duruma getiren kenarlardır.
Peki çözüm?
Ya da en azından çözümün zorlanması?
Türkiye İşçi Partisi’nin 1965-1969 dönemindeki etkisi ve halkta karşılık bulabilmesi, belirli bir “formüle” dayanıyordu. TİP, 1961 Anayasası’nın “eksiksiz ve tastamam uygulanmasını” istiyordu; ancak üye kazanımları, ülke ölçeğinde örgütlenmesi, aldığı oy, oluşturduğu sempatizan kitlesi vb. TİP’in bu talebiyle doğrudan ilişkili, bunun bir sonucu değildi. TİP’in asıl etkisi, sömürü, eşitsizlik, haksızlık, adaletsizlik, soygun, vurgun, talan, “35 milyon metrekare vatan toprağının Amerikan işgali altında olması” gibi temalardan ve hepsinin toplamı denebilecek “başka bir Türkiye” vaadinden kaynaklanıyordu.
“Anayasanın eksiksiz ve tastamam uygulanması” ise anayasa-hukuk düzleminde bir “somut talep”, bir tür koçbaşı idi.
Kıssadan hisse: Yepyeni bir anayasa, kuvvetler ayrılığı, seçim barajının kaldırılması, idari yapının değiştirilmesi vb. gibi “somut talepler”, halkta karşılık bulacak motifler hiç işlenmeden, nasıl olacağı tam tarif edilmese bile “başka bir Türkiye” önerisinin içine yerleştirilmeden kendi başlarına öne çıkarılıp “işte çözüm” denirse, devrimci-sosyalist hareket bir yana Türkiye’nin de varabileceği hiçbir yer olmayacaktır.