Korkut Boratav, bu ayın başlarında yayımlanan bir yazısında, 13 yıllık AKP iktidarının ekonomik bilançosunu çıkarmıştı.( Korkut Boratav, “Ekonomik durgunlaşma şimdilik kalıcıdır”, www.sendikaorg. 3 Nisan 2105) Özetle, 2003-2014 yılları arasında Türkiye ekonomisi ortalama %4,4 büyümüş, 13 yılın sonunda Türkiye “ihtiraslı hedefler”in unutulacağı kırılgan bir noktaya gelmişti.
AKP’li yıllarda Türkiye, oran olarak daha az tasarruf ve yatırım yaptı; ama daha çok tüketti. Ekonomik açıdan olumsuz bir olgu olan düşük tasarruf ve yatırım, AKP iktidarı için “nimete” dönüştü. Şimdi, “lale devri” sona erdi. 2014’te yabancı, yerli, kayıt dışı toplam sermaye girişleri %38 oranında daraldı; ekonominin büyüme hızı %4,2’den %2,9’a geriledi. Önümüzdeki dönemde yüzde 3 buçuk civarında bir büyüme oranı bekleniyor.
Dünya ekonomisindeki gelişmeler, daha şimdiden sermaye girişlerinin geçmiş yıllardakinin çok altında kalacağını, giderek düşeceğini haber vermektedir. AKP iktidarının Katar başta olmak üzere Körfez ülkelerinden sağladığı, miktarı ve geleceği belirsiz sermaye girişleriyle durumu nereye kadar idare edeceği belirsizdir.
Bu çok kabaca özetlenen tablo, önümüzdeki dönemde, kriz öğelerinin, sınıf mücadelesinin yoğunlaşacağını ve keskinleşeceğini haber veriyor. Doların yükselişinin, inşaat sektöründeki durgunluğun, enflasyondaki artışın vb. geçici ve arızi değil, dönemsel eğilimleri işaret eden belirtiler olduğu anlaşılıyor.
Mart 2015 itibariyle, TÜRK-İŞ hesaplarına göre 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 1301 TL; yoksulluk sınırı 4 238 TL.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 bütçesi sunum kitapçığından derlenen verilere göre, son iki yılda 7 milyon kişi daha yoksullaşmış. 2012’de 23 milyon 668 bin kişi olan “yardıma muhtaç insan” sayısı, 2014’te 30 milyon 500 bine yükselmiş. Nüfusun yüzde 39’unun aylık geliri 270 liranın altında! (Olcay Büyüktaş, Cumhuriyet, 5 Nisan 2015)
TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, yurttaşların yüzde 46,2’si gelirleriyle ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
Bu veriler her gün biraz daha kötüleşiyor.
Geçim derdindeki yurttaşlar için seçim döneminde daha umutlu olmayı gerektirecek bir durum yok.
AKP sınıfsal saldırı içeriği çok daha belirgin neoliberal siyasetlere, el koyma yoluyla ilkel birikim yöntemlerine başvuracaktır. Kıdem tazminatının gaspı, bölgesel asgari ücret, özel istihdam büroları, seçimden sonra “sosyal” harcamaların kısılması, elde kalan kamu varlıklarının satılması vb.
CHP, iki gün önce seçim bildirgesiyle ekonomik sorunlara öncelik vereceğini açıkladı. Bildirge’de, bugün gerçekleşse, işçilerin, emekçilerin, geçim sıkıntısı çeken yurttaşların yaşam ve çalışma koşullarına kısmi iyileştirmeler getirecek, sahiciliğine inanılsa seçimde etkili olacak vaadler var.
Ne var ki, CHP Bildirgesi inandırıcı değil. Yalnızca iktidara kararlıca talip olmadığı, iktidara gelecek güçte görünmediği için değil, iktidar olsa da bu vaadleri gerçekleştiremeyeceği üzerinde genel bir kanı birliği olduğu için. CHP üst yönetimi, daha birkaç hafta önce, iktidara gelirse, 13 yıl önce AKP’ye iktidar yollarını döşeyen programın mimarı Kemal Derviş’i bakan yapacağını açıklamış ve ekonomi siyasetinin yönetimini de, aynı yolun yolcusu Selin Sayek Böke’e emanet etmiş bir partidir. Selin hanım, AKP’nin 2008’e kadarki ekonomi siyasetini çok beğeniyor. Ali Babacan’ın “makul” uygulamalarını övüyor. CHP üst-yönetimi, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, AKP ile aynı neoliberal programı savunuyor. O programa bağlılıkla, emekçi sorunlarını hafifletmenin formülü ise bulunmuyor.
Bu yazı yazıldığında henüz HDP’nin seçim bildirgesi açıklanmamıştı. Erdoğan’ın başkanlığını, AKP rejiminin kurumlaşmasını engelleyecek tek seçim sonucu HDP’nin barajı geçmesidir. HDP’yi 7 Haziran seçimlerinin kilit partisi yapan da, esas olarak budur. Öte yandan, bu hareketin tarihsel, siyasal ve sınıfsal kaynaklarının, bileşiminin, yüzde 10’u geçecek sayıya ulaşma hedefinin karmaşık ödün ve uzlaşmalara açık doğasının getirdiği sınırlar var.
Uzatmadan söylemek gerekirse, bu seçim de, birçok başka seçimde yaşandığı gibi, geçim sıkıntısı çeken milyonlarca insan için, vaadlerin bolluğuna rağmen, çalışma ve yaşam koşullarının iyiye doğru değişeceği yönünde umut ve heyecan yaratmıyor.
Solun, her siyasal uğrakta kendini bir biçimde duyuran sorunu burada, emekçi yurttaş çoğunluğunun, düzen partilerinin karşılayamayacağı istemleriyle kendi arasında organik bir bağ kuramamış, toplumsal/sınıfsal düzen karşıtlığı boşluğunu dolduracak bir silkiniş gerçekleştirememiş olmasında yatıyor.
Tarih bize, istemleri kazanmanın, geniş emekçi kitlelerin bu istemlerin gerçekleşebilirliğine kazanılmasından, kendisinde bu gücü bulmasından, “kazanabiliriz, yapabiliriz, yaptırmayabiliriz” iradesinin toplumsallık kazanmasından geçtiğini söylüyor.
Bu seçimlerin önemi buradadır. Bu seçimde, diktatörlüğün yapma gücünü gerileten, felce uğratan bir “yaptırmama” gücünün ortaya konulması, yalnız toplumsal ruh halini değil, önümüzdeki dönem mücadelelerinin “ruh halini” de değiştirecektir.