Kartları önümüze açtık fal bakıyoruz.
Normal şartlar altında sol siyasete katkı iddiasıyla yazı yazanların solun ne yapacağına dair yazması beklenir. Ne var ki, 7 Haziran'a gidilirken sol kendisini gerçek bir düzendışı seçenek olarak var edemediği, ülke geleceğinin belirleneceği denklemlerde kendisine ancak etkisiz eleman olarak yer bulabildiği için bizim payımıza, düzen aktörlerinin aklını okumak, düzenin nasıl bir seyir izleyeceği üzerine tahminler yürütmek kalıyor. Ne yapalım bu da bizim büyük çaresizliğimiz.
Önce bir kalemde faşizm ihtimalini geçmek gerekiyor. Türkiye kapitalizminin ulaştığı gelişmişlik aşamasında Erdoğan'ın kendi şahsında cisimleşecek bir tek adam yönetimi kurabilmesi olanaklı değil. Bunun gerçekleşebilmesi için Erdoğan'ın önündeki iki seçimden de başarıyla çıkmasının yeterli olmadığını bunun için asıl olarak önüne dikilen iki barikatı aşmasının bir yolunu bulması gerektiğini yaklaşık bir yıl önce öne sürmüştük ('AKP iktidarı ne kadar sağlam' Yurt Gazetesi, 29 Nisan 2014) oradan devam edelim.
Halkın barikatı ayakta
Bu iki barikatın birincisi Gezi Parkı'nda halkın kurduğu barikattır. Bülent Arınç'ın da isabetle belirttiği gibi Türkiye, toplumun yarısının nefretine rağmen yönetilemez. Türkiye'yi yönetecek herhangi bir burjuva iktidarı toplumun çoğunluğunun tam desteğini alamasa bile, önemli bir kısmının rızasını, kalanların da en azından tarafsızlığını-kayıtsızlığını garantilemek, radikal karşıtlarını marjinalize etmek durumundadır. Türkiye burjuvazisinin farklı kanatlarının eğilimlerini kapsayamayan, genişçe bir konsensüs kuramayan bir iktidar, istikrar da sağlayamaz. Erdoğan geçen süre zarfında Haziran İsyanı'nda kendisine karşı açığa çıkan enerjiyi soğuracak hiçbir açılım gerçekleştirebilmiş değildir. Haziran İsyanı'ndaki Tayyip Erdoğan karşıtlığı, isyanın ikinci yılına yaklaşılırken en ufak bir azalma göstermediği gibi şimdi artık (henüz emekleme aşamasında da olsa) örgütlü yapısına (HAZİRAN) sahiptir. Dolayısıyla başkanlık rejiminin önündeki birinci barikatın dimdik ayakta olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Suriye barikatı eskisinden de güçlü
Aynı yazıda ikinci barikatın Suriye barikatı olduğu iddia ediliyordu. Bu barikatın eskisinden daha kuvvetli olarak yerinde durduğuna dair olguları İleri Haber okurlarına sıralamak gereksiz sanıyorum. Emperyalizmin Ortadoğu stratejisindeki değişiklikle de birlikte burası sapasağlam yerli yerinde... ABD'nin Ortadoğu stratejisinin Baas rejimleri yerine Müslüman Kardeşler rejimleri kurmak üzerine dayalıyken Erdoğan çok işlevli bir liderdi ve iktidarının ilk 10 yılında bu işlevi de layığıyla yerine getirdi. Erdoğan gibi bireylerin tarihteki rolü, düzenin gidişatına uyum sağladığı müddetçe işlevli, oysa bugün Erdoğan, sistemin güncel gereksinimlerinin önünde nehrin önüne düşen bir kütük gibi duruyor.
Restorasyon mümkün mü?
Erdoğan'ın bir tek adam faşizmi kurabilmesi olanaklı görülmediği bu koşullarda akla restorasyon ihtimali geliyor. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, Birinci Cumhuriyet'e dönüş anlamında bir restorasyonun rasyonel temelleri bulunmuyor. Eski rejim günahıyla sevabıyla tarihteki yerini aldı. Restorasyon ancak düzenin kurumları eliyle yapılabilir, tüm kurumlarıyla tasfiye olan Birinci Cumhuriyet'i ise artık İsa gelse diriltemez. Dolayısıyla gündemdekinin bir restorasyon değil ancak bir 'düzeltme hareketi' olabileceği not edilmelidir. Böyle bir hükümet, yine bir II. Cumhuriyet iktidarı olacak ancak AKP'nin Tayyip Erdoğan'da cisimleşen en sivri yönlerini barındırmayacaktır.
Erdoğan'sız AKP formülü
En özetiyle buna Erdoğan'sız AKP dönemi denebilir. İktidara gelecek (ya da iktidarın büyük ortağı olacak) partinin adının AKP olup olmamasının bu noktada bir önemi bulunmuyor. Söz konusu iktidar, emperyalizmle bütünleşmenin devamını sağlayacak, Kürt sorununun emperyalizmin rızası çerçevesinde çözümü programını sürdürecek, Türkiye ekonomisinin giderek daha fazla finansallaşması yönelimine sadık kalacak, toplumun dinselleştirilmesiyle de uyumlu olacaktır. Yapmayacakları açıktır, böyle bir iktidar, dinselleştirmeyi IŞİD'leştirme yönünde bir aşırılığa vardırmayacak, Ortadoğu'da Türkiye'nin boyunu aşacak maceralara girişmeyecek, Kürt sorununun düzen içi çözüm ihtimalini riske atmayacak, sermaye sınıfı içindeki farklı eğilimleri dışlamayacaktır. Bu bağlamda kurulacak bir "Erdoğan'sız AKP" iktidarının ortağı pekala HDP de olabilir. Böylesi bir iktidar, liberallerin yeniden desteğini ve Cemaat'le yeni bir barışı da kapsayabilir. 'Endişeli modernlerin' endişelerini ertelemek, muhafazakar mahallenin desteğini korumak böyle bir iktidarla mümkün olabilir.
Düzenin açmazı
Ancak düzen açısından en istenir senaryo olsa da, "Erdoğan'sız AKP iktidarı" formülünün iki büyük handikapı bulunuyor. 1- Erdoğan'ın yerini alacak yeni bir lider ufukta görünmüyor. Çağlar öncesinden seslenen Davutoğlu'nun bu haleften beklenecek esnekliğe ve liderlik yeteneklerine sahip olmadığı açık. 2- Erdoğan, herhangi bir şantajla Saray'ın yalnız adamı olmayı kabullenebilecek bir lider değil. Erdoğan'ın liderliğinin alameti farikası geri vites nedir bilmemesi... Erdoğan, böyle bir senaryoyu sineye çekip usulca sarayına çekilmektense memleketi ateşe atmayı tercih edebileceğini defalarca göstermişti.
Dolayısıyla böyle bir restleşmenin bu kez daha da sert gerçekleşeceğini düşünmememiz için bir neden bulunmuyor. Erdoğan istediği tek adam rejimini kuramıyor, düzen Erdoğan'ın yerine bir alternatif üretemiyor. O halde geriye tek seçenek kalıyor: Haziran 2013'den bu yana ısrarla üzerinde durduğumuz, istikrarsız, bol krizli, kaotik bir süreç...
Yani tam da solun eşik atlamasının mümkün olduğu bir konjonktür. Ancak önce solun kendisini gerçek bir özne olarak var etmesinin koşullarını bulması gerekiyor. Bu da bir başka yazının konusu olsun.