Bugün 7 Kasım.
1917 Ekim Devrimi’nin miladi takvime göre 103. yıl dönümü oluyor.
40 yıl kadar önce olsaydı bir yerlerde örneğin Haydar Aliyev imzalı “Ekim Devrimi’nin sönmez ışığı yolumuzu bugün de aydınlatıyor” başlıklı, kime yazdırıldığı belli olmayan metinler okuyor olurduk.
Daha öncelere gidersek yıl dönümü yazılarında Mihail Suslov ya da Boris Ponomarev gibi kişilerin imzalarını görebiliriz. Daha dişe dokunur yazılar oldukları ve bizzat adı geçen kişiler tarafından yazıldıkları söylenebilir.
Sonuçta bir “dejenerasyon” yaşanmıştır ve süreç 1991’e gelindiğinde noktalanmıştır.
***
1917 yılının 7 Kasım’ında Rusya’da bir devrim gerçekleşmiştir ve siyasal iktidarın fethi “sosyalist devrim” olarak tanımlanmaktadır.
1960’lı yıllarda ve hemen sonrasında Türkiye’de “sosyalist devrim” tartışılırken devrim olgusunun bir “süreç” mi yoksa bir “an” (moment, uğrak) olarak mı ele alınması gerektiği de gündeme gelmiştir. MDD’ciler karşısında “sosyalist devrimciler”, devrimin iktidarın fethi anından sonra gelişecek bir süreç olduğunu kabul etmişler, ancak bu sürece yol veren kritik anın, yani siyasal iktidarın alınmasının da “devrim” olduğunu vurgulamışlardır.
Zaten öyle değilse 7 Kasım’ı anmanın ya da kutlamanın ne anlamı olabilirdi?
Şimdi sıra Lenin’in bir devrimin gerçekleşebilmesi için gerekli gördüğü “devrimci durumun” gene Lenin tarafından değinilen özelliklerine geliyor.
Meramımızı daha iyi anlatabilmek için örneğimizi futboldan vereceğiz.
***
2 Kasım günü oynanan maçta Fenerbahçe, Antalyaspor’u 2-1 yendi.
Maçın tamamını izleyenler bu maçta Fenerbahçe’nin, attığı iki gol dışında 11 “net” gol pozisyonuna girdiğini söylüyor. Biz maçın 3-4 dakikalık özetini izleyip böyle 9 pozisyon tespit edebildik.
Maçın 49. dakikasında Ozan Tufan’ın Antalyaspor kalesine attığı şut gol olmasaydı, bu pozisyon kesinlikle Fenerbahçe’nin maç boyunca girdiği net gol pozisyonları arasında sayılmazdı. Ama “net olmayan” bir pozisyon golle sonuçlanmış, “en net” gol pozisyonlarının ise hiçbirinden gol çıkmamıştır.
Sonuç: Futbolda gol, nasıl aslında “gol pozisyonu” sayılamayacak durumlarda da olabiliyorsa, tarihsel süreçlerde devrim de tam olarak “devrimci durum” sayılamayacak ortamlarda gerçekleşebilir. Futbolda kritik nokta, rakip takımın ceza sahasında elverişli durumda topla buluşabilmektir (devrimci durum); golün kendisi (bir an olarak devrim) ise herhangi bir “bilimsellik” temeline oturtulması mümkün olmayan özelliklere, koşullara, vb. bağlıdır.
***
Lenin’e dönersek, önümüzde 1913 yılı Haziran ayında yayınlanan bir yazıyı buluyoruz.
Lenin bu yazısında Rusya’daki “devrimci duruma” yaklaşırken önce halkın büyük çoğunluğu üzerindeki baskıların aşırı yoğunlaşmasından söz ediyor. Ancak hemen ardından “alttaki sınıfların eskisi gibi yaşamak istememesinin” yetmeyeceğini, “üstteki sınıfların da egemenliklerini ve yönetimlerini eski tarzda sürdüremeyecek” durumda olmaları gerektiğini ekliyor (https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1913/jun/15.htm).
Bu iki durumun sonucu olarak ortaya çıkan ve ülkenin tümünü saran “siyasal krizi” de ekleyebiliriz.
O zaman şöyle bağlayalım: Betimlenen bu koşullar “ceza sahasında topla elverişli durumda buluşma” anlamına gelir ve o kadardır; böyle durumlarda golün nasıl garantisi yoksa, diğer durumlarda devrimin de yoktur…
***
Türkiye, “en üsttekilerin yönetme güçlükleri ve sorunları” (ki epeydir sürmektedir ve böyle gideceği kesindir) ile bu kadar süreklilik taşımasa bile sıkça baş gösteren “genel siyasal krizler” açısından fazlasıyla “bereketli” bir ülkedir. “Alttakilere” gelirsek, “neyin eksik ya da yetersiz olduğu” konusunda gündeme alınması gereken iki soru ortaya çıkıyor:
1) Türkiye’de “yalnızca proletaryanın değil halkın büyük çoğunluğunun” bugün yaşadığı olumsuzluklar “bıçağın kemiğe dayandığı” noktada mıdır?
2) Lenin’in yazısında işaret edilen, olumsuzlukları “yaşamanın” ötesinde bunlara hareketli-eylemli kitlesel tepkiler verilmesini körelten ya da frenleyen faktörler nelerdir?
“Özne nerede” diye sorulursa:
Devrimi hedefleyen bir siyasal örgütün olgunluğu ve yetkinliği, “devrimci durumu” önceden görüp buna göre hazırlanmasıyla değil, aniden ortaya çıkabilecek, beklenmedik durumlara kendini adapte edebilme kabiliyetiyle ölçülmelidir.