Türkiye’de siyasetin baş döndürücü bir hızla seyrettiğini söyleyerek başlayalım. Öte taraftan bunun yeni bir durum olmadığını da eklemek lazım. Belki daha da gerilere gidebiliriz ama Haziran 2013’den bu yana tarihin hızlandığı bir dönemde olduğumuzu söylemek, genel olarak kabul görecek bir saptamadır.
Öte taraftan bu hızlı hareket ve onun toplumsal-siyasal sonuçları fena halde baş döndürücü, kafa karıştırıcı olabiliyor.
Solun bu süreçte rotayı şaşırmaması için sağlıklı bir tartışma kültürünü de geliştirmesi gerektiğine, sağırlar diyaloğuna değil geliştirici tartışmalara ihtiyaç olduğuna özel olarak işaret edip önemsediğimiz bir kaç noktaya değinmek üzere devam edelim.
Saray neden bastırıyor?
Başbakan’ın bir çırpıda görevden alınması, Meclis’te “dokunulmazlık” bahanesiyle gerçekleştirilen darbe ve bunun referanduma bile ihtiyaç bırakmayan bir çoğunlukla kabulü ve AKP Kongresi’nden yansıtılan fotoğraflar toplamda AKP/Saray rejiminin güçlü, Tayyip Erdoğan’ın ise her istediğine yapmaya muktedir olduğu gibi bir izlenim veriyor.
Bu çok kısa zaman aralığından gerçekleşen ve üst üste gelen müdahaleler, Saray’ın tek gerçek güç olduğu düşüncesini yaydığı ölçüde AKP/Saray karşıtı toplumsal kesimlerde umutsuzluğa, hatta paniğe neden olabiliyor.
Geçen gün sohbet ettiğim genç bir arkadaşımın ifadesiyle, “sanki ülkenin üzerini saran kara bulutlar aşağı doğru iniyor ve bizi boğuyor.”
Bu söylenenin gerçeklikten çok kopuk olduğunu iddia edemeyiz. Son 10-15 güne sığan yukarıda sıralanan olaylar, tam da böyle bir hegomonyanın tesisi için, geniş yığınlarda bu düşüncelerin oluşması için atılıyor.
Ancak buna rağmen bir noktada ısrarcı olacağız, bu kadar baskı ve şiddet, her şeye dönük müdahale aynı zamanda normal yönetememenin bir sonucu. Gerçekten güçlü bir iktidar bu kadar sık ve radikal müdahalelerde bulunma ihtiyacı hissetmez, en ufak şeyleri bile belirleme telaşı yaşamaz.
Sağlıklı bir bakış açısı ihtiyacı
Teker teker insanların Türkiye’nin içinden geçtiği süreçten psikolojik olarak da etkilenmesi normal, ancak bir siyasal özne olma iddiası taşıyan sol güçlerin buna hakkı yok.
Günlük verilere bağlı olarak değişen psikolojik ruh haliyle durumu anlamaya-anlatmaya ve günübirlik siyasal tutum almaya çalışmak yapılacak en büyük yanlışlardan birisi olacaktır. Maalesef solda kendisini daha fazla hissetiren durum budur.
Böyle olduğunda AKP/Saray karşısındaki güçler dağınıklıkları kadar, yönsüz-ufuksuz bir görüntü veriyorlar. Solun bu görüntüsü, gidişattan rahatsız geniş emekçi kesimler içindeki güvensizliğin büyümesinin temel nedenlerinden birisidir.
Oysa takınılması gereken tutum bunun tam tersidir.
Siyasal süreçlerin bu kadar hızlı ve karmaşık ilerlediği dönemler, belli bir tarihsel bakışa en fazla ihtiyaç duyduğumuz, teorik çerçeve sahibi olmanın en değerli olduğu zamanlardır. Bu büyük alt-üst içinde yolumuzu şaşırmamanın en büyük güvencesi doğru kerteriz noktalarına sahip olmak, bu noktaların belirlediği bir güzergahta ileri doğru yol almaya çalışmaktır.
Eğer bu kerteriz noktaları veya teorik çerceve durumu açıklamaya yetmiyorsa, bu açığı günlük refleksif değerlendirmelerle kapatmaya çabalamak da durumu kurtamayacağı gibi daha karmaşık sorunların doğmasına neden olacaktır.
İnatçı, sürekli, örgütlü bir mücadele
Türkiye'de siyasete müdahil oluncaksa iki konuda netlik her şeyden daha önemli.
Bir: Türkiye parababaları iktidarının hüküm sürdüğü kapitalist bir ülkedir. Devlet tüm kurumlarıyla sermaye egemenliğinin korunması amacıyla ve emekçi halklara karşı bir baskı aracı olarak örgütlenmiştir. Eşitsizliklere, sömürüye, baskıya son verip, bu ülkenin tüm halklarının eşit-özgür, barış içinde kardeşçe yaşayacağı laik bir toplumsal düzeni inşa etmenin tek yolu işçi sınıfı iktidarıdır, sosyalist bir devrimdir.
İki: Türkiye’yi bu gerçek kurtuluşa taşımak için mücadele eden devrimcilerin güncel görevi, parababaları diktatörlüğünün somutlanmış hali olan AKP-Saray rejiminin yıkılmasıdır.
Bu kavga ancak AKP karşısında güçlü bir devrimci odak yaratılarak, sosyalizmin ülkemizde gerçek bir toplumsal-siyasal güç haline getirilmesiyle başarıya ulaşabilir.
Tüm güncel gelişmeler bu iki noktanın birleşik yol göstericiliği ile yanıtlanmak durumundadır.
Tarlada teri olmayanın sofrada yeri olmaz!
Teori ile pratik arasında, tarihsel olanla güncel olan arasında ilişki kurmanın gereği anlaşılmadığı durumda yok deyip el çabukluğuyla işin içinden “sıyrılmak” pekala mümkündür. Bu sıyrılma, somut olarak işçi sınıfının-emekçilerin tarihsel misyonunun pratik olarak inkarı anlamına gelir. Daha önemlisi bu durumda yenilgi kaçınılmazdır.
Kazanmak içinse beklemenin değil harekete geçmenin ön şart olduğunu ekleyebiliriz.
Türkiye’nin Saray tarafından belirlenen, sınırları Saray tarafından çizilen bir kalıba sığması mümkün değil. Erdoğan’ın her gün yaptığı müdahaleler bu kalıbın duvarlarında ortaya çıkan çatlakları sıvayarak süreci uzatma çabasından öte bir anlam taşımıyor.
Şimdilik en önemli avantajı, inşa edilen yeni rejimle çıkarları taban tabana zıt milyonların duvarları yumruklamaya başlamamış olması.
Sol bu eksiği giderme noktasında görevini yerine getirdiği ölçüde Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir güç olacaktır.