Erdoğan’ın 10 bin kadar muhtarı kapsadığı söylenen seri toplantıların ardından bir de kaymakamları çağırıp konuştuğunu biliyoruz.
Bu toplantıların amacını kestirmek de güç olmasa gerek: Kendisinin “merkezde” yaptıklarının ve yapacaklarının “yerellerdeki” temsilcilerini, tekrarlayıcılarını ve militanlarını oluşturmak…
Demek “tabanda”, formel yapılanmalar olmasa bile nüfuz edici, duruma göre birilerini ürkütücü ve caydırıcı, başkalarını ise harekete geçirici bir atmosfer oluşsun isteniyor.
Peki, böyleyse bizim ne yapmamız gerekiyor?
***
Geçenlerde bir yerde öksürüğe karşı tedavi öneriliyordu.
Yarım çay bardağı balı ezilmiş bir diş sarımsakla karıştırıyorsunuz. Sonra ortasından kesilmiş bir soğanın yarısını dolma yaparken kabağı oyduğunuz gibi oyuyorsunuz. İçi oyulmuş yarım soğanın altını iğneyle delip bir bardağın üstüne oturtuyorsunuz ve sarımsaklı balı soğanın içine döküyorsunuz.
Sarımsaklı bal, iğne deliğinden bardağa damla damla akıp birikiyor ve sonra siz de kaşıkla bunu yiyorsunuz…
Elbette, kıvamlı sıvının soğanın dibindeki iğne deliğinden bardağa damlayıp birikmesi hayli uzun sürüyor.
Yani?
Yani AKP rejimine karşı mücadelede biz de “yukarılarda” yaptığımız analizlerin, değerlendirmelerin, çağrıların iğne deliğinden süzülüp “kitlelere” damlamasını ve burada birikmesini mi bekleyeceğiz?
Zamanımız o kadar bol mu?
Doğru, “yukarılarda” analiz, değerlendirme, çağrı mutlaka olsun. Bunlar olmadan olmaz; ama “aşağılarda” bir şeyler olmayacak mı? “Olmasa da olur” mu? Bizim yukarılarda yaptıklarımız “zaten oraya ulaşır” mı?
Pek öyle görünmüyor…
***
Açık konuşalım: Jakobenlikse Jakobenlik, Lenincilikse Lenincilik, Türkiye’de 60’lı ve 70’li yılların soluysa işte o sol… Yukarılarda ne yapılırsa yapılsın, bunlar “alttan” ya da “yerellerden” gelen, kendiliğinden ve özerk denebilecek hareketlilikle ilişkilenmeden fazla bir şey yazmamaktadır.
Kastettiğimiz, hiç kuşkusuz “yukarıdakilere” eşdeğer siyasal analizlerin, örneğin bölge değerlendirmelerinin, stratejik-taktiksel düşüncelerin bir de “yerellerden” gelmesi değildir.
Aşağıdan hareketlilik, özellikle Türkiye’nin bu döneminde, iki ana gruba giren başlıklarda ortaya çıkabilir.
İlki, güncel siyasetle daha doğrudan ilişkilidir: “Mevzuatı bir kenara koyan” kaymakamlar… Erdoğan’dan duyduklarından vazife çıkaran muhtarlar… Gün benim günümdür deyip her işe burnunu sokmaya kalkan yandaş esnaf… Öğrencilerinin kafasını safsatalarla bulandıran öğretmenler… Cuma vaazlarında abuk subuk şeyler söyleyenler…
Aşağıdan hareketlilik böyle durumlara yönelik tepkilerle, tepkilerin bir biçimde örgütlü ve kalıcı kılınmasıyla ortaya çıkar…
İkinci gruba girenlerse “yurttaş hakları” başlığı altında toplanabilir. Örneğin konut hakkı; eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim hakkı; ulaşım, elektrik, su gibi hizmetlere ilişkin sorunlar; eğlenme-dinlenme mekânları ve boş zaman etkinlikleri; kadın hakları, kadınlara yönelik şiddet ve bu alanlardaki ihlaller…
Bu tür temalar aşağıdan hareketlilik için uygun değil midir?
***
Hepsi olması gereken ve olabilecek şeylerdir.
Ne ki, Türkiye söz konusuysa bir kısıtla birlikte “sakıncalı” olabilecek bir başka etmen üzerinde durmadan geçmeyelim.
Türkiye’de “aşağıdan yurttaş girişimi” geleneği ne yazık ki zayıftır. Daha açık söylemek gerekirse Türkiye bu alanda pek çok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinden daha geridedir. Tarihsel nedenleri vardır deyip geçelim ve aşılamayacak bir sorun olmadığını da ekleyelim…
Diğer etmen: Sağ olsunlar, Türkiye’nin hemen her yerelliğinde çoğu örgütlü olmak üzere sosyalistler vardır. Aslında iyi bir şeydir; ama ya fazla kitabi davranıp her hareketlenmeye katı bir “siyasal doğrultu” dayatmaya, potansiyel halk önderlerinden rol çalmaya, kendileri gibi olanlarla siyasal didişme içine girmeye kalkarlarsa?
Konuşulur, tartışılır, yapılmaması gerektiği anlatılır…
Alışkanlıklarında direnenlere de “Sen kadro kişisin, buralarda kendini harcama, seni ancak üst düzey siyasal ortamlar ve tartışmalar keser” gibisinden şeyler söylenebilir.
İşe yarayabilir…