AKP karşıtlığı konusunda geniş ve sağlam bir mutabakat sağlanmış durumda.
“Asıl hedef sermaye düzeni olmalı, AKP bu düzen için sadece bir araç” diyenlerin sesi artık fazla duyulmuyor.
“Yaptıkları iyi şeyler de var” diye düşünenler hâlâ olsa bile bunu şimdi pek söyleyemiyorlar.
“Asker vesayeti”, “merkezi bürokratik elit” edebiyatı ömrünü doldurmuş gibi.
Evet, artık tam bir mutabakat var.
Dahası da var: İş neredeyse açık artırmaya binmiş gibi:
Siz “kötü” dediğinizde, “ne kötüsü, beterin de beteri” diyorlar.
“Rezalet” diyorsunuz, “Türkiye’yi geçtik, dünya ölçeğinde bir pespayelik” tespitiyle karşılaşıyorsunuz.
“Dincilik”, “gericilik” gibi kavramlar da insanları kesmez oldu: “Adamlar resmen ve alenen şeriatçı kardeşim, var mı ötesi?”
“Dikta rejimi”, “otoriterleşme”, “totaliter demokrasi”, “teokratik düzen” dediğinizde el cevap: “Lafı hiç dolandırma, buna adıyla sanıyla faşizm derler…”
Şimdi, insanlar AKP lafını duyduklarında burunlarından solurken, AKP karşıtlığı bu kadar keskinleşip pekişmişken böyle bir kararlılığın üzerine limon sıkmak olur mu?
***
Limon nasıl, ne dendiğinde sıkılmış olur?
Bu keskin ve ödünsüz AKP karşıtlığı ortadayken tutup “sosyalizm” derseniz işe limon sıkmış olursunuz…
Böyle dediğinizde, AKP konusundaki net düşünceler bir anda bulanıklaşır. Önceleri kararlılık ifade eden gözler bu kez tereddüt kaçamaklarıyla yukarıya, havaya bakmaya başlar. Sıkılı yumruklar gevşeyip çözülür; eller, derin bir tefekkürün alameti olarak şakağa gider:
“Sosyalizm iyi de, tek ülkede olabileceğinin garantisi var mı?”
“Üretim paradigmasını sorgulamadan olur mu?”
“Ya bürokrasi tehlikesine karşı önlemler?”
“Sosyalizm de bir iktidarı öngörür; oysa bizlerin en başta iktidar kavramını ve pratiğini sorgulamamız gerekmez mi?”
Bu durumda, sosyalizm gibi bir davası da olanlar ne yapacak?
Kalkıp bu insanlarla sosyalizm konusunda ağız dalaşına mı girecek?
***
Hemen söyleyelim: Bütün bunlar normaldir ve ortada bize, Türkiye’ye, Türkiye solcusuna özgü bir tuhaflık yoktur.
Sorun, ilk bakışta basit gelebilecek, ama aslında temel bir “metodoloji” hatasından kaynaklanmaktadır. Hata şudur: Zamanında Marx’ın bile ayrıntılarına girmekten özellikle kaçındığı “mutasavver” (tasarlanmış) bir toplum düzeninden günümüze bakmak, bu düzene özgü “mükemmellikleri” bugünden aramaya başlamak…
Es geçilmesin; gerçekten “teorik” bir mevzudur: Evet, sosyalist mücadelede güncelliğe gelecekten, geleceğe ilişkin bir kurgudan hareketle müdahale edilir. “Devrimin güncelliği” ya da “iktidar perspektifi” denilen şey de budur. Gelgelelim, bu müdahalenin kalkış ya da çıkış noktası, toplumun “kapitalizmin doğum lekelerinden” arınıp kendi öz dinamikleriyle yol aldığı ileri evre olamaz.
Çünkü aradaki mesafe, günümüz gerçekliklerinin yarına bağlanmasını, yarının ölçülerinin ise bugünden karşılık bulmasını olanaksız kılacak kadar büyüktür.
O zaman?
O zaman en iyisi Manifesto’ya bakmaktır. Burada, “Tüm sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım söküp almak” vardır; hemen ardından, yeni siyasal iktidarın alması gereken “on önlem” sıralanır.
Kuşkusuz, bunları güncellemek, günümüze ve Türkiye’ye uyarlamak gerekecektir.
Ama özüne sadık kaldıkça ne yaparsanız, nasıl uyarlarsanız uyarlayın hiç de soyut ya da afaki kaçmayacaktır.
“Ne yani, sen şimdi ‘reel sosyalizm’ mi diyorsun?”
Evet, tam da öyle; çünkü siyasal iktidarın alınmasından başlayıp “ileri evreye” kadar uzanan, kapitalizmin doğum lekelerini henüz üzerinde taşıyan bir evreye verilebilecek ad ancak “reel sosyalizm” olabilir.
Elbette “gerçek sosyalizm” anlamında değil; verili koşullarda var olabilecek, yaşayıp kendini geliştirebilecek, daha ileri evreye taşıyabilecek sosyalizm anlamında…
… diye düşünüyorum (bu da zamanın söylem tarzına uyulabildiğinin ve tartışmaya açık olunduğunun nişanesi sayılsın)