68 kuşağının önde gelen isimlerinden Oktay Etiman’ı geçen hafta kaybettik.
12 Mart öncesinde, uzun hapishane yıllarında ve sonraki yaşamında yakın çevresinde yer alanlar Oktay’ın özelliklerini bizden daha iyi bilirler. Ama aynı kuşaktan olsun olmasın, belirli bir gelenekten gelsin gelmesin, kendisini az da olsa tanıyan herkesin saygısını kazanmış bir insandı.
14 yıl hapis yattı, “dağıtmadı.”
1980 sonrası esen rüzgârlarla savrulmadı.
Hapishaneden çıktıktan sonra bir fikir emekçisi olarak 31 yıl daha yaşadı.
Bu arada, herhangi bir siyasal örgütte yer almadı.
Ertuğrul Kürkçü, Etiman’ın bu yanını şöyle değerlendiriyor: “70 sonrası devrimci politik hareketler içinde önde bir rol üstlenmedi. İsteseydi yapardı. 1971’de yaşadığımız yenilginin ardından esaslı bir muhasebe yapıldığına kanaat getirmediği için böyle bir tutum takındı. Daha derin bir muhasebe ihtiyacını dile getirdiğini biliyorum.”
68 kuşağındandı…
***
Konuşmanın yeri ve zamanıdır.
Türkiye sosyalist hareketinin yükünü 1980’den sonra omuzlayan yeni kuşağın 68 kuşağına belirli bir mesafeyle yaklaştığını biliyoruz.
Neticede 68 kuşağı “yenilmiş” bir kuşaktı. O kadar abartmanın, ikide bir “68 edebiyatı” yapıp hikâye anlatmanın alemi yoktu. Sonra bu kuşak teorik donanım açısından hayli zayıftı; zamanında yaptıkları siyasal analizler de pek tutmamıştı. Hele hele “sıkı” bir örgüt hiç kuramamışlardı…
Bu söylenenlerde gerçek payı vardır.
Ne var ki 80’li yıllarda bu işe sarılıp 68 kuşağına küçümsemeyle yaklaşan “yeni kuşağın” insanları bugün artık 60’ına merdiven dayamıştır. Açık söylemek gerekirse, 68’liler ve 78’lilerden sonra gelen kuşağın başarı hanesinde, aradan geçen bunca yıla rağmen fazla bir şey görünmemektedir.
Rus, Çin ve Küba devrimlerinin öncü kadrolarının devrim sırasındaki yaş ortalamalarını düşünürsek, Türkiye’de 80 sonrası iddialı “kurucu” kuşağın treni kaçırmış olduğunu söyleyebiliriz.
Kendi eksiklikleri, zaafları, suçları diye kestirip atmıyoruz. Sadece, 68 kuşağı hakkında konuşurken daha edepli ve ölçülü olunması gereken yaş artık gelmiştir diyoruz ve ekliyoruz: İrade, kararlılık, vb. ne olursa olsun, dünyadaki ve ülkedeki siyasal, ideolojik ve kültürel iklimin belirleyiciliği sanıldığından çok daha fazladır.
***
Dillerde öyle yer etmiş olsa bile söz konusu olan “68” değil, 1960’la başlayıp 70’lerin ortasına kadar uzanan bir dönemdir.
Dünyada ve Türkiye’de özel bir dönem olmuştur. Zaman geçtikçe bu özel olma durumu daha iyi kavranmaktadır. Avrupa’yı ve “üçüncü dünya” ülkelerini geçtik, ABD gibi muhafazakârlığın kök saldığı bir ülkenin çehresi bile bu dönemde pek çok açıdan değişmiştir. Örneğin sinemada (Holywood) Bonnie ve Clyde, “Aşk Mevsimi” (The Graduate); Gecenin Sıcağında, Otomatik Portakal, Geceyarısı Kovboyu, “Sonsuz Ölüm” (Butch Cassidy ve Sundance Kid); Atları da Vururlar gibi yerleşik düzen eleştirisi yapan “ödüllü” filmlerin 6-7 yıllık bir zaman kesitine sıkışması rastlantı sayılmamalıdır.
Dünyanın içinden geçtiği bu özel dönem Türkiye’ye ülkenin kendi özgüllüklerini de kucaklayarak yansımıştır.
Neyse…
Meselenin özüne gelelim: Bu özel dönemin gençlerini, sonraki adıyla “68 kuşağını” en iyi tanımlayacak niteleme nedir diye sorulursa, yanıt “devrimci romantizm” olmalıdır.
Teorik zaaflarla birlikte teoriye merak, adanmışlık, cesaret, fedakârlık, tevazu, dürüstlük vb. hepsi belirli bir naiflikle birlikte temelde devrimci romantizmden kaynaklanan ve 68 kuşağını belirleyen özelliklerdi.
Ortada “genetik” bir durum yoktur kısacası…
Zaten işin başında devrimci romantizm olduğundan, önceki ve sonraki kuşaklarda biraz fazla görülen “örgüt cambazlığı” 68 kuşağına genellikle pek bulaşmamıştır.
Etiman’a dönersek, Kürkçü’nün açıklamasına başlarda değinmiştik.
Kim bilir, örgütlerden uzak durmasının nedenlerinde biri belki de birileriyle al takke ver külah ilişkilerine girmek istememesiydi…
Böyleyse, Oktay’a “devrimi önceleyen” bir sözümüz daha olmalı:
Şu örgüt işlerini cambazlık hünerlerinden ve al takke ver külah ilişkilerinden arındırma sözü…