Esnaf... Ve soldaki esnaf kafası

En gerici sınıf yarışında köylülükle başa güreşir. Arada derede kalıp, “kasabalılık” yahut “şehirdeki köylülük” de denebilir belki. 

Şehre doğru gelip, “küçük burjuvazinin en .... kesimi” klişesini kullandığımızda, “....”lı bölüme, “gerici”, “kaypak”, “sinsi”, “pespaye” gibi sözcükler yapıştırmamız mümkün. Uygundur. Ya da hiç küçüktü, ortaydı vb. burjuvazi işine girmeden, direkt “lümpen” der geçeriz.  

Neticede ister köylüye yaklaştıralım, ister lümpene, bu esnaf denen kesim; çıkarcılıkta, kurnazlıkta, hesapçılıkta, bencillikte, efendilerin uşağı, yalakası, palası ve bıçağı olmakta “uzman”dır. Dükkanını koruyup kollamakta, muhafazakarlığın bayrağını yükseltmekte de azmandır. 

Biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz zaten. Palalı oldu saldırdı Gezi’de. Fırıncı oldu tekmeledi Eskişehir’de. Taksi, dolmuş, minibüs esnafına hiç girmeyelim. Özgecan’ımızın katline. Yaka silkmeyen var mı bu pislikten? Hırtlıktan. Kabadayılıktan...

Hepsi böyle değil tabii. Sol duyulu, Gezi ruhlu, ince ruhlu, dayanışmacı olanlar da yok mu? Var. Neşeli, ışıltılı, güneşli… Sözümüz onları kapsamıyor tabii ki. Her konuda/alanda olduğu gibi toplum ikiye bölünmüş vaziyette. AKP’li ve “diğerleri” diye. Dilerseniz, “AKP’ye bağlananlar” ile “Ne olursa olsun ondan kurtulmak isteyenler” diye. Esnaf özelinde de böyle. Beyoğlu’nda Geziciyle çatışan esnaf bir yanda, eğlence sektöründeki çıkarları da AKP ile çatışan BEYDER’li Gezi destekçisi esnaf diğer yanda. Yalnız toplumun genelinde yarılma yarı yarıya, daha doğrusu yüzde 40’a 60 düzeylerinde iken, esnaf dünyasında 4’te 1 oranını yakalayabilir miyiz acaba? Zor kanımca. 

Başka bir mesele, esnaf dediğiniz “kendiliğinden” böyle değil tabii. Kendiğilinden gerici yahut kaypak değil. Gericileştirilmiş, kaypaklaştırılmış. Kendiliğinden ebleh değil. Eblehleştirilmiş. (Aziz Nesin’in “halkımızın yüzde falancası aptaldır” sözüne itirazımız da burada. Söz konusu kesim aptal değil, sistem tarafından aptallaştırılmış durumda.)

Ve artık saldırganlaştırılmış. En tepeden. “Esnaf gerektiğinde polistir, alperendir” diyenler tarafından. “Esnaf gerektiğinde, askerdir, jandarmadır, savcıdır, hakimdir…” diye uzatabilecekler tarafından. 

“Azmettirmek” sözü, bu durumu anlatmak için yaratılmış sanki! 
 
Tabii esnafın somut olarak yaptıklarına, yediği nanelere baktığınızda, “Ne olmuş ki, bu yeni bir şey değil ki, hep olan bir şey, bakın taksiciler yıllardır böyle” vb. de diyebilirsiniz. Ancak, bu sanki olanı biteni bir miktar “olağanlaştırma” ve aynı zamanda da hem bugünkü tırmanışa dair hem de olayların birbiriyle ilişkisine dair “bağlantısızlaştırma” girişimine denk düşebilir. 

Evet, hep oluyordu ama son dönemde birbiriyle bağlantılı biçimde oluyor. Evet, hep oluyordu ama son dönemde olağanüstü bir hızla olup bitiyor. Esnaf, yukarıda da andığımız şekilde, “yeni misyonlar”la yüklendi zira. 

Ayrıca, “Ne olmuş ki, zaten hep böyle yapan kişi”, din tüccarlığı yapan hükümet sayesinde, son yıllarda daha mutaassıp olmanın, kendisine daha çok fayda/çıkar sağlayacağına da hükmetti. Çıkarını gözete gözete cesaretlendi, en ufak bir risk gördüğünde, elde bıçak sokağa çıkıverdi. 

Evet, eskisi gibi, “müşteri”nin yüzüne güldü, arkasından küfretti. 

Ancak, eskisinden farklı olarak, “müşteri”nin kartopu (kartopu yahu, bildiğiniz kartopu!) vitrin camına gelince, çıktı bıçaklayıverdi. Söz bitti!

*

Peki, ne yapıyor esnaf temelde? Gündelik kazancını hesaplıyor, malını koruyor, çıkarını koruyor, dükkanını koruyor işte... Muhafazacı bir arkadaş. Statükonun eri. Statükonun erilliği! 

Solumuzda da var maalesef bu “hastalık”. Solumuzun kimi kesimlerinde. Dükkanı koruma hastalığı. Çocukluk hastalığı, büyüklük hastalığı, her yaşa geliyor. Dükkana zarar gelmesin yeter ki...

Özellikle “seçim/birlik” tartışmasının içine doğru çekildiğinde ama onun dışında da “şeffaflık/katılım” çağrısı gördüğünde, “özgürlük” vurgusuyla karşılaştığında, “yeni açılım”lara, “dayanışma” çağrılarına vb. denk geldiğinde; özcü tezlerini sıralamaya başlıyor ve  bir yandan da “dükkan”ı düşünüyor. Dükkanı korumayı. 

Ülke ikiye bölünmüş, bölünen bir taraf zaten birlik, diğer taraftan birlik çağrısı gelince, huzuru bozuluyor. Ya şimdi tutar da, “Küçük olsun, huzurlu olsun, bizim olsun” mantığıyla yürüyüp giden dükkanında hasar meydana gelirse? Olacak şey mi? Yüzünü ekşitiyor, “en bir öz temel” tezlerini hatırlatıyor, hemen yan çiziyor.

Evet, sosyalizme dair, programatik ilkelere dair, stratejiye dair, leninizme dair vb. birçok şeyin altını çizip anlatmaya başlıyor ama... unutuyor; faşizm her zaman esnaf sayesinde, bir de esnaf kafası sayesinde, solun bıraktığı boşlukla, ör(e)mediği cepheyle yükseliyor…