Erkekleri sevmek ve despotizm

Bir “erkek portresi” belirginleşti son yıllarda. Portrelerden biri…

Her karede sırıtan donuk bakışları üzerimizde. Ne zaman bize baksa boşalıyormuş gibi görünüyor.

Çoğu zaman sarkık bıyıklı, ocakta ya da teşkilatta boy boy pozlar vermiş. Tesbih ve silah, namaz ve seks shop, ot ve pavyon, cami ve kerhane, plaza ve nargile, bütün numaralar bunda.

Dar paça pantolonunun sakilliğine isyan eden koca ayakları kadrajı dolduruyor. Cenaze şıklığını briyantinli kafasıyla, kıllı “döşünü” şıkır şıkır çakmağıyla “kombinliyor”.

Konuşmuyor ama tükürüyor, seslenmiyor ama küfür ediyor, öfkelenmiyor ama kuduruyor, gülmüyor ama çatal dilini çıkarıyor. 

Koymayı ve sokmayı esas alan “harbi erkeklik” laflarını noktalama yerine kullanıyor. Burnunu çektikçe efkarlı “Anadolu çocuğu” oluyor.

Allah’ını karnından, doğradığı kadınları koynundan çıkaran bir çocuk…

İktidarlı ve güçlü, erekte ve penetre her daim.

Cami ile pavyon arasına kurduğu vatan, “sağ olsun” istiyor. Karakola gidip çay içmeyi pek seviyor. Hazdan kapatamadığı ağzını ve kemerine iliştirdiği elini bayrağın önüne yerleştirmeyi de…

Bu portrenin nereden çıktığı sır değil.

90’lı yılların “serbest piyasasının” en serbest ve kuralsız tanrıları, yer altında olduğu söylenen iktidar yapıları, aradan geçen çeyrek yüzyılda yeni iktidarın “bizim çocukları” haline geldikçe, cami ile pavyon arasındaki vatan da büyüdü.

Bu vatanda insan kaçakçılığı var, bu vatanda zorla alıkoyma var, bu vatanda fuhuş var, bu vatanda can sıkanın “kafasına sıkma” var. Başka şeyler de var. Üst üste kadın öldürenin sırıta sırıta tahliye olması var.

Yine de çok acayip, hayretlere hayret katan başka bir şey de var.

Bu vatanda kurbanların üstüne çıkıp tepinme, ölmüşe alemlerin sırrını fısıldama ve neşeli türküler söyleyerek yamyamlık yapma var: Fısıltılara ve neşeli diş geçirmelere bakılırsa kadının “böyle bir erkekle ne işi varmış”, “böyle bir adamla sevgili olursan bu olurmuş”, “kadınlar niye bu erkekleri seçiyormuş”...

Bitmeyen erkeklik ayinleri böyle sürüp gidiyor.

Ümitcan Uygun’un işlediği cinayetlerden sonra “bu adamlarla işiniz ne?” sorusu tam da buraya denk düşüyor.

Erkekleri demek böyle seviyormuşuz!

Kadınlar sanki özgürce tercihlerini yapmışlar gibi, ataerkil bir dünyada “kadının rızası” temel bir ilkeymiş gibi, kadına karşı zorbalık istisnai bir durummuş gibi…

Aşkta, ilişkilerde “sert erkeklik”, şiddete meyyal türlü tutum bir norm oluşturmuyormuş gibi, erkeğin en ilkel “ele geçirme” düşleri “sevda” diye pazarlanmıyormuş gibi…

Her türlü melanetin altında “kadının kışkırtması” aranmıyormuş gibi, kadına daima “anaç ol” telkinleri yapılmıyormuş gibi…

Ağır zorbalığın, mafyatik usullerin içindeki ilişkilerde bile “kurbanların sorgulanması” bir manzaraya işaret ediyor: kitlesel regresyon.

Cemal Dindar #direnlibido isimli kitabında, despotizmin kitleyi “ilk(s)el bir ruhsallığa gerilettiğinden” bahsediyor(1). İşin aslı bu “ilk(s)el ruhsallığa” dönüş ya da kitlesel regresyon oldukça tanıdık.

Son yılların kimi olayları hatırlanırsa gerileme denilen şey anlaşılacaktır. Hollanda’yı protesto etmek için portakal bıçaklayanlar, doları satırla doğrayıp kıyma yapanlar, Iphone telefonu balyozla kıranlar, Reis’in fotoğrafını kafasına kazıtanlar, kefen diye beyaz çarşafla dolananlar örneğin. Ya da kılıçla dizi izlerken çektiği selfiesini siyasi mesajla harmanlayan, oyuncak atın üstünde Osmanlı düşlerine dalan bazı insanlar…

O saatte orada ne işi vardı, ne giymişti, ne yemiş ne içmişti, gülüyor muydu, bakıyor muydu, niye o erkekle beraberdi vs. Bu soruları sormakla portakal bıçaklamak ya da oyuncak ata binip fetih yapmak aslında aynı şey.

Gerileme burada kalmıyor elbette.

Geriye gidilen yerden gün yüzüne çıkarılanlar, en ilkel ve “dürtüsel” ataerkil kalıplar, çok daha geniş bir kitleyi etki altına alıyor. Yukarıda betimlemeye çalıştığım “erkek portresiyle” zerre ilgisi olmayanlar da daima kadının suçlu görüldüğü dip akıntıya kolayca kapılabiliyor.


1. Cemal Dindar, Direnlibido, Telos Yayınları (2013)