Erkek bilgiçliği ve bir 'annelik' tartışması

Daha önce de başka bir bağlamda değinmiştik: En cinsiyetçisinden en eşitlikçisine hemen her toplumsallıkta gözlemlenen erkek bilgiçliği olgusu.

Sırtlarında ataerkinin en ilkelinden ‘beyim bilir’li, en okumuşundan ‘bilimAdam’lı yumuşak yastığı var lakin.

Evet, bu bay bilgiçleri her yerde görebilirsiniz…

Sözgelimi mutfakla tek ilişkisi çöpü almak bile olsa en iyi barbunya pilaki tarifini, reçelin şekerlenmemesi için ne yapmak gerektiğini ve turşu yapmanın püf noktalarını bu erkeklerden öğrenebilirsiniz.

İşte bu malumatfuruş adamlar yerine göre Nietzsche uzmanı yerine göre mitoloji hocası olarak karşınıza çıkar. Bozulan su ısıtıcısını tamir ederken uzay mühendisi gibi davrandıkları ya da esnaf lokantasında yemek yerken gıda mühendisi pozlarına büründükleri görülmüştür.

Bu bilgiç erkeklerin anlatacakları hiç bitmez. Ders verir, öğüt verir, tarif verir, akıl verir. Siz tam bitti zannettiğinizde ‘Sonra ne dedim biliyor musun?’ diyerek hayatının en afilli lafını(!) size zerk eder.

Gülüp geçiniz.

Ne ki çoğunda gülüp geçtiğimiz bu mevzular, bambaşka bir mecradan, açık cinsiyetçi, kadına dönük hakaretamiz bir mecradan yükselince ve hatta dallı budaklı gözümüze sokulunca işler değişiyor.

Reis’in kadınlık tanımlarından aşka gelen bilgiçler bu kez karşımızdaki.

Açıklamaları, beyanatları, kibirleri, gericilikleri paçalarından süzülüp ekranlara taşıyor.

Üstelik kendilerinden o kadar eminler ki, öyle yüksek ve de mesnetsiz bir özgüvenle dolular ki ‘yahu biz üç erkeğiz ve TV’de anne olup olmamayı mı tartışacağız’ diye bir saniye bile düşünmüyorlar.

Konumuz esasında ‘annelik’ meselesi. Ama önce zorunlu bir parantez.

Bir parantez: Yapay gündem mi?

‘Yarım kadın’ söylemiyle ilgili ‘yapay gündem’ riskine işaret eden kimi yorumlar oldu. Belki de şunu sormak gerek. Bir gündeme ‘yapay gündem’ derken, acaba niye bir biçimde, ayırıcı tanımız konunun kadınlarla ilgili olması oluyor? Aslında iki uçlu bir sorudur; iktidar için en kolay yapay gündem malzemesi kadınlar mıdır ya da konu kadınlara geldiğinde bizler bir kat daha şüpheci olup ‘acaba hangi esas gündemler gözden kaçırılıyor’ mu diyoruz?

Dahası şunu da düşünmeli: Bir gündemi yapay ilan ettiğinizde, bu gündem etrafında oluşan ilgi, tepki, mücadele vs de ‘asıl gündemi gözlerden uzak tutmaya çalışanların’ öyle ya da böyle ekmeğine yağ sürmek anlamına gelebilir. Dahası ‘oltaya takılıp’, asıl gündeme yüklenmeyenler bir tür ‘mücadele kaçağı’ yaratacaklardır.

İşin garip tarafı son yıllarda çeşitli mecralarda o kadar çok ‘yapay gündem’ tanısı konmuştur ki; bu mantıkla hani neredeyse bunların toplamından oluşan dev bir ‘yapay gündem’ olarak bizatihi AKP iktidarından bahsetmek gerekecektir.

Dolayısıyla AKP iktidarı gibi hayatın her alanında muktedirliğe, boşluk tanımayan bir rejim kurmaya niyetlenmiş bir iktidarın herhangi bir söylemi için ‘yapay gündem’ demeden önce kırk kere düşünmek gerek.

Evet, parantezi kapatabiliriz.

Annelik nasıl bir şey?

Fransız Feminist Elizabeth Badinter, 1990’larda çok da çaktırmadan, adım adım ‘anneliğin’ bir kez daha kadının hayatının merkezine yerleştirildiği bir ‘devrim’ yaşandığından bahsediyor. Elbette ki bahsettiği yer Avrupa.

Bu ‘yeni eksen’, bir taraftan, kadını istihdamın istikrarsız unsuruna dönüştürmede büyük bir ideolojik-kültürel baskı aracı olarak diğer taraftan beslenme, bakım, hijyen uzmanlığı, pedagogluk gibi piyasanın gönlünü okşayan obur tüketim alanlarını davet ederek öne çıkmakta. 

Kadının aileyle, annelikle tanımlanması, bunların dışında kalanların eksik, yarım olarak görülmesi kuşkusuz çok eski, köhne fikirlere uzanmakta. Ancak dünyada da ve Türkiye’de de olan, ‘aile ve anneliğin’ bir baskı aracına, iktidarların elinde bir sopaya dönüşmesi ve üstelik bunun piyasa koşullarıyla da desteklenmesi.

Peki, ‘annelik’ doğal-bireysel bir deneyim mi? Tüm bunların dışında baskıcı bir kurum mu? Nasıl bir dönüşüm oluyor?

En başta  “müstakbel anne yalnızca sevgi ve mutluluk düşleri kurar. Anneliğin tükenme, früstrasyon, yalnızlık ve hatta bir sürü suçluluk duygusuyla karışık bir yabancılaşmadan meydana gelen öbür yüzünü görmezden gelir.” (1)

Beklentiler bir tarafa, anne olan kadın aslında toplumla daha önce hiç kurmadığı türden yepyeni bir ilişki kurar.  

“Hamile kaldığınız andan itibaren sanki o beden size ait değil, sokaktan geçen tanımadığınız yaşlı teyze karnınıza dokunuyor, bir diğeri size nasıl yürümeniz gerektiğine dair öğütler veriyor, ne yiyip ne içtiğiniz toplumsal bir mesele haline geliyor… Bebeğinizi ezkaza soğuk havada dışarı çıkaracak olursanız sokaktan geçen herkes size çocuğu üşütmemeniz gerektiğini hatırlatıyor. Çocuk büyüdükçe ağzındaki emzik bütün bir toplumun sorunu olmaya başlıyor.

Çocuğunuz sağa sola vurmaya başlarsa iyi terbiye verememiş oluyorsunuz. Sizden ayrılmakta güçlük çekerse pedagoglar imdadınıza yetişiyor ve sizin 'güvenli bağlanma' gerçekleştiremediğinizi söylüyor.

Çalışırsanız çocuğunuzu bıraktığınız için suçluluk duyuyorsunuz, çalışmazsanız kendi halinize üzülüp duruyorsunuz. Sanki herkes ama herkes bu büyük görevde sizi takip ediyor. Tıp, psikoloji, anne-çocuk dergileri, televizyon programları, çocuk büyütme kitapları, anneanneler, babaanneler, babalar, arkadaşlar ve sokaktaki yabancılar. Ve siz bir anne olarak hep yapamadığınız ya da bir şeyleri eksik yaptığınız duygusu ile boğuşup duruyorsunuz.” (2)

Bambaşka koşullarda bile kadınlar ‘annelik ağrısını’ bir ömür taşımakta:

12 Eylül askeri darbesinden sonra uzun yıllar Mamak cezaevinde yatan Zehra’nın sözleri:

“ ‘Çocuklarıma hep kendimi borçlu hissediyorum. Bir anne olmanın ötesinde çocukken bunları yaşamaları nedeniyle fazladan borçlu hissediyorum. Bazı şeyleri hiç hatırlamıyorlar. Ama ben bunları bilinçaltına itildiği hep düşündüm. Daha da bitmedi o borç.’

(…)Zehra’yı hapishane hayatı disiplin altına alamazken ‘yalnızca orta sınıf aile içinde performe edilebilen ideal annelik arzusu’ onu hem disiplin altına almış, hem de ona dayatılan ve hayatı boyunca ödeyemeyeceğini düşündüğü annelik borcunun altında ezmiştir”(3)

Kadınları en çetin koşullarda bile büyük bir suçluluk duygusuyla kuşatan ‘annelik’ kapitalizmin özel olarak istismar ettiği bir başlık. Sözgelimi anneliğe ilişkin neoliberal hezeyan bir tür ‘mükemmel annelik’ modeli dayatmakta.

Organik gıdalar, zekayı artıran balık türleri, bin bir çeşit aktivite, artık bir paranoyaya dönüşen yüksek güvenlik algısından türemiş kurallar, bariyerler, hijyen takıntısına yatırım yapan ultra koruyucu antiseptikler, pedagoglar, her derde deva psikologlar, gelişim kitapları, TV’lerde sağlık programları, belediyelerin annelik kursları vb mükemmel anneliğin konuları.  

Anneler sürekli yerine getiremedikleri ideal, mükemmel bir annelik kurgusu altında ezilmekte, asla ulaşamayacakları ölçütlerin ağır baskısıyla yüzleşmekte.

Anneliğin bireysel/kollektif bir deneyim olmanın çok ötesinde endüstriyel bir forma, tüketim kültürünün bir alt evrenine ve -Türkiye için ilave edersek-  gerici bir tahakküm aracına doğru yeniden kuruluşu en çok da kadınlar için bedelleri ağır bir süreç örmekte.

1. Kadınlık mı, annelik mi?, Elizabet Badinter, İletişim yayınları(2011); s.21

2. http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/114384-anne-ya-da-degil-annelik-etme-meselesi-uzerine

3. Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, Yıldız Ecevit-Nadide Karkıner, A. Ü.Yayınları, cilt:2, s.147