Başlarken basit bir turnusol kağıdımız olacak:
“Artistlik yapıyor”, “Şov yapıyor” gibi sözleri insanlar eş dost sohbetlerinde serbest biçimde kullanabilir. Ama bu tür sözler devlet katında önemli mevkilere ve sorumluluklara sahip kişiler tarafından siyasi polemiğin “vurucu” ögeleri olarak kullanıyorsa burada durmak gerekir.
Bir seviye düşüklüğünün, siyasette “kasabalılaşmanın” göstergesi sayılmalıdır.
Recep Tayyip Erdoğan’ı, “Ananı da al git” çıkışından çok önce, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken televizyonda izlemiştik. Tarihini hatırlayamıyoruz; ama belediyenin belirli bir semtteki imar işlemlerinden şikâyet eden bir yurttaşı sertçe “Şov yapma!” diye azarlamıştı…
***
2013 yılı Haziran ayında “Akil İnsanlar” hazırladıkları raporları Dolmabahçe’de dönemin Başbakanı Erdoğan’a sunmuştu. Bunun üzerine bir televizyon kanalında düzenlenen oturumda akil insanlardan Celalettin Can, Erdoğan’ın pek hoşuna gitmeyecek bir şeyi yüzüne karşı söylediğini belirtmiş, oturumu yöneten televizyoncu da bayağı heyecanlanmıştı:
“Aynen böyle mi söylediniz, bunu mu dediniz? Peki, o ne yaptı, nasıl karşıladı?”
Yani insanlar, Erdoğan gibi birine “öyle bir söz” söylenebilmesini başlı başına bir olay gibi değerlendiriyordu…
***
Belirli bir çevrede entelektüel birikimli ve derinlikli kişi sayılan Etyen Mahçupyan Eylül 2014’te Erdoğan tahlillerine Freud pek denemese bile Jung tarzı olumlu bir boyut katmıştı: “Erdoğan sevilebilir bir karakter, babama çok benziyor.”
Bu da bir turnusol kağıdıdır.
Ancak burada siyaset, kasabalılaşmanın ötesinde artık “aile içine” girmiştir. İnsanların bir liderin siyaset tarzını “Babama benziyor” diye olumlayabilmesi bildiğimiz siyasetin bittiğinin tescili sayılmalıdır.
***
Erdoğan 2016 yılı Ekim ayında bu kez Irak Başbakanı Haydar İbadi’yi hedef almıştı: “Sen benim seviyemde değilsin, benim kıratımda değilsin, kalitemde değilsin.” Ana akım medya “doğru” dedi; Erdoğan gibi bir liderle kıyaslandığında Manchester Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği doktorası yapan İbadi de kim oluyordu?
***
Günümüze gelirsek, sırada bu kez Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Milletvekili Liana Kanelli var. Kanelli çıktığı bir programda Türkiye’yi “bölgesel süper güç”, Erdoğan’ı da “stratejik bir akıl” olarak tanımladı.
Daha ne olsundu?
***
Son olarak, cezaevindeki Selahattin Demirtaş da bir ara (Dengir Mir Fırat aracılığıyla) neredeyse Erdoğan’ın kapısını çalacaklarını anlatıp ekledi: “Ama öngörülemez ve ketum bir karakter…”
***
Çok açık söylemek durumundayız: Geçmişten günümüze farklı zamanlarda, farklı insanların işin içinde oldukları bu örnekler, niyet ne olursa olsun, Erdoğan’ı yüceltici, vermek istediği imajı pekiştirici, sade yurttaş gözündeki itibarını artırıcı mahiyettedir. Herkesi azarlayan, önünde hoşuna gitmeyecek şeyler söylenmesi büyük bir cüret olarak görülen, “baba” figürünün has temsilcisi, stratejik akıl sahibi, üstelik “öngörülemez” ve “ketum” özellikler taşıyan bir siyasetçiye kimse “Bu ne biçim lider” demez.
Tersine “İşte bize gereken devlet adamı bu” der…
***
Bu örneklerle birlikte Erdoğan artık bir ara attan düşen, Muhammed Ali’nin cenazesinde umduğu itibarı görmediği için bozulan, Trump’tan “ekonomini yıkarım” tehdidi de içeren ve “Enayilik etme!” sözüyle biten bir mektup alan, Putin’in odasının kapısında heyetiyle birlikte kronometre tutularak bekletilen kişi değildir.
“Öyle şeyler” olmuş olsa bile başka “image maker”lar devrededir…
Demirtaş’ın bunlardan biri olabileceğine elbette ihtimal vermiyoruz.
Umulanın bulunamadığı Muhammed Ali’nin cenazesi olayında “imaj” için harcanan parayı gündeme getirmiş, “Biz seni burada bedavaya rezil ederiz” demişti de…