Enerji krizi, Rusya ve iktidar
Piyasayı denetleyecek EPDK, tamamen şirketlerin emrinde bir kurum. Enerjide bu kadar dışa bağımlı iken, ve dünyanın doğal kaynakları tükeniyor iklim değişiyorken, enerji tasarrufu ve enerji verimliliğinden bahseden herhangi bir iktidar organı gördünüz mü?
Rusya’nın Ukrayna’da ki Donbass bölgesini bahane ederek Ukrayna’ya saldırması, dünyayı bekleyen yeni paylaşım savaşının 2030’lara kalmayacağının işaretini verdi. ABD öncülüğünde NATO ve Batı dünyası, hakimiyetini devam ettirmek için Rusya’yı çevrelemeye ve zayıflatmaya çalışıyor. Doğu’nun yükselen gücü Çin ise, etki sahasını Ortadoğu ve Afrika’ya genişletiyor. Tüm bu bölgenin ortasında kalan Türkiye ise satranç tahtasının önemli ama herhangi bir oyun kurgusundan yoksun taşı gibi orta yerde olan biteni seyredip, arkasından iten gücün etkisinde günlük politikalar peşinde koşuyor.
Oysa bu krizin en çok etkileyeceği ülkelerin başında Türkiye geliyor. Ortadoğu coğrafyasının enerjisi kendine yetersiz nadir ülkelerinden biri Türkiye. Petrolümüz yok, doğalgazımız yok. Su kaynaklarını doğru, güneş ve rüzgar enerjisini ise bilimsel olarak kullanmıyoruz. Enerji ithalatına geçen yıl yaklaşık 50 milyar dolar ödeyen ülkemizde, elektrik faturasına gelen %125’e varan zamlar ise halkı isyan ettirdi.
Ukrayna-Rusya gerilimiyle beraber Avrupa piyasalarında doğalgaz yaklaşık %40 arttı. Petrol fiyatları da artış içinde. Bu da enerji fiyatlarına yeniden zam geliyor demek. Türkiye'nin elektrik üretiminin yaklaşık dörtte biri doğalgazdan sağlanıyor ve bu doğalgazın üçte biri de Rusya’dan ithal ediliyor. Diğer doğalgaz ithal ettiğimiz en büyük tedarikçiler ABD (sıvıgaz olarak) ve İran.
Türkiye’nin elektrik üretimi kapasitesi (kurulu güç) 2020 yılı sonu itibarıyla 95.890 MW olmuş durumda. Anlık ihtiyaç duyulan maksimum puant güç ise 49.556 MW. (2021 yılı istatistikleri ise ne EPDK sayfasında ne EMO’da ne de Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda henüz yayınlanmamış. Hatta Bakanlık sayfasında 2018 verileri duruyor.) Yani kurulu gücümüz ihtiyaç duyulanın neredeyse iki katı. Buna rağmen 2022 yılı Ocak-Şubat ayında elektrik krizi yaşadık. Bu da sektörde planlamanın ve denetimin iyi olmadığının kesin kanıtıdır.
EPDK raporunda, doğalgazın 2020 yılı üretim içindeki payının %22.7 olduğunu görüyoruz. Kurulu güç oranı %9,4 olarak gözüken ithal kömürle çalışan termik santrallerin toplam üretimdeki payının ise %20,5 olduğu kaydedilmiş. Yani 2020 yılında ithal kömür santralleri neredeyse ful kapasite çalışmış. O yıl kuraklık neticesi hidrolik santraller, kurulu gücün %32.3 ünü oluşturmasına rağmen elektriğin %25,6’sını üretmiş. Doğalgaz santralleri ise kurulu gücün %27.2 oluşturmuş. Yani 2020 yılında hidrolik ve doğalgaz şirketleri yerine ithal kömürle çalışan santrallere para ödemişiz. Küresel iklim krizinde yenilenebilir enerji yerine, karbon salınımı en yüksek olan ithal kömürle santral çalıştırmak nasıl bir anlayıştır bilmek mümkün değil. Termik santral bölgesinde yaşayan insanların yakalandığı kanser oranlarını da düşünürsek, bu santralleri kim işletiyor yeniden sorgulamamız gerekiyor.
Yenilenebilir enerji deyince, o sınıfa giren nehir tipi HES, jeotermal ve rüzgar santrallerinin de Türkiye’de gerçek anlamda yenilebilir olduğunu düşünmeyin. Çoğu bilimdışı bir şekilde, daha az maliyetle, yaşam ve tarım bölgeleri içinde ya da kenarında faaliyet izni alıyor. Sadece daha az maliyet için kuşların göç yoluna ya da köylerin yakınına yapılan rüzgar enerji santralleri, tarım topraklarına yapılan jeotermal santralleri biliyoruz. (Aydın-Denizli-İzmir bölgelerinde bunlardan çokça görebilirsiniz) Dere yataklarının kurutan HES projeleri hepimizin belleğinde. Antalya’nın en önemli tarım bölgelerinden biri olan Korkuteli Dereköy’de bile, sırf termik santrallere daha ucuz kömür verilebilsin diye 1. Sınıf tarım arazisi kömür şirketine tahsis edildi! Paris İklim Antlaşmasını daha yeni imzalayan karbon emisyonunu azaltacağını belirten bir iktidar için ne çelişki değil mi? Ama çelişki olmadığını biliyoruz, çünkü AKP iktidarı “ne söylüyorsa tersini yapan, ne yapıyorsa tersini söyleyen” bir aygıt Türkiye’de…
Enerji güvenliği ve politikası konusunda yazacak çok şey var. Özetle şunları söyleyelim. Ucuz, kesintisiz ve sürekli enerji diye dayatılan özelleştirme politikaları iflas etmiştir. Enerji sektörü özelleştirilmemeliydi. Bazı uzmanlar “kamunun elinde olsaydı da elektrik fiyatları ucuzlamazdı, çünkü dünyada elektrik hammadde fiyatları artış içinde. İşletim maliyeti yüksek.” demektedir. Bu doğru, ancak elektrik üretim ve dağıtımı kamunun elinde olsaydı doğa bu kadar tahrip olmazdı. Yenilenebilir enerji sınıfına giren HES, JES ve Rüzgar santralleri bu kadar yanlış yerlere kurulmayabilirdi. Isparta, yoğun kar yağışı nedeniyle 4 gün elektriksiz kalmayabilirdi. İletim yatırımları yapılırdı. (Devletin bu yatırımlara ayıracak kaynağı yok diyecek liberallere: Şu anda bu kaynak kimin cebinden çıkıyor peki? Şirketlerin mi dolaylı olarak halkın mı? )
Piyasayı denetleyecek EPDK, tamamen şirketlerin emrinde bir kurum. Enerjide bu kadar dışa bağımlı iken, ve dünyanın doğal kaynakları tükeniyor iklim değişiyorken, enerji tasarrufu ve enerji verimliliğinden bahseden herhangi bir iktidar organı gördünüz mü?
Şimdi yazının başına dönelim. Herkes Rusya’yı, Ukrayna’ya saldırdığı için suçluyor. Türkiye de kınadı. (NATO’cu politikalara değinmeden eksik bir kınama ama konumuz o değil) Bugün kınadığınız saldırgan addediğiniz Rusya’ya nasıl güvenip de dünyanın en tehlikeli ve pahalı enerji türü olan nükleer enerjiyi, Akkuyu’da emanet edebiliyorsunuz? 20 Milyar dolara mal olacak ve 15 yıl alım garantisi verilen santral devreye girerse, bugünkü rakamlarla elektrik üretiminin %10’u tamamen Rusya’ya bağlı olacak. Her fırsatta Rusya’yı düşman gören Türkiye sağının bu konuda suskunluğu hiç şaşırtıcı değil. Çünkü aslında Türkiye sağı, hiçbir ilkeye sahip değil. İktidarda kalmak için herkese her türlü taviz verecek bir yapıda olduğunu tarih bize gösteriyor.
Enerji sorunu, siyaseti de ekolojik yaşamı da belirleyen çok önemli bir alan. Bu konu üzerinde daha fazla durmalıyız.