Dünya değerlendirmesi ile başlayacağız, sonra Türkiye, ardından da solun ve özel olarak kendimizin durumuna bakacağız.
Dünya’nın durumunu anlamak için bölgemize bakmamız bile yeterli, kısaca özetleyelim...
Emperyalizm krizde, sarsılıyor gibi görünüyor ama aslında çok güçlü.
Emperyalizm, dünyanın dört bir yanında her türlü gelişmeyi en ince ayrıntısına kadar planlıyor, çıkarlarına uygun biçimde çok uzun vadeli planlar yapıyor. Her şey o planlara göre saat gibi işliyor. Dikkatle bakan herkes, emperyalizmin bölünmez bir bütün olduğunu ve istediği her yerde istediği her hamleyi yapabildiğini görür. Arada ufak tefek gecikmeler, plansızlıklar oluyor elbette ama emperyalizm istediği sonucu mutlaka alıyor.
Bunun böyle olmadığını söyleyenlere sormak lazım, Suriye’de ABD; IŞİD, AKP, PKK hepsini yan yana getirip kendisi için piyon görevi vermedi mi?
Daha önemlisi bunların hepsi aslında planlanmış bir oyundan ibaretti, numaraydı. Sizce, emperyalizm dediğimiz üst akıl, ABD eliyle sürdürüyormuş gibi yaptığı bölge planlarına karşı bir tepkinin ortaya çıkacağını, direniş olacağını zaten bilmiyor muydu?
Hepimizin bildiğini ABD’nin, misal CIA’nin bilmemesi mümkün mü?
Elbette biliyordu, o yüzden Rusya ile ABD arasında çok gizli bir anlaşma ile işbölümü yaptılar. Bu işbölümünün gereği olarak Rusya sanki, bu gidişattan çok memnun değilmiş gibi rol yaptı. Zamanı gelince, gizli bir işaret verildi, hooop, değiş tonton, ABD çıktı şimdi Rusya devreye girdi. Emperyalizm Rusya aracılığıyla orayı esas şimdi gerçekten istediği gibi düzenleyecek.
Sonuçta, emperyalizmin planları tıkır tıkır işliyor. Bakmayın siz bazı saf devrimcilerin kriz miriz demesine, yok öyle bir şey. İşler tıkır tıkır yürüyor. Zaten onlarda akıl olsa biraz hadlerini bilirler, emperyalizm çağında emperyalizmi küçümsemezler. Koskaca emperyalizm üç beş çapulcu için planlarını değiştirecek değil ya...
Anladınız değil mi?
Daha somuta inelim ve Türkiye’den konuşalım isterseniz.
Türkiye solunun önemli bir bölümünde ciddi bir yanlış eğilim var, süreci hiç okuyamıyorlar. Belki de bilerek hedef şaşırtıyorlardır ama o kadar art niyetli olmak istemiyorum.
Tayyip Erdoğan ve AKP’yle filan aslında boşu boşuna kavga etmenin bir anlamı kalmadı. O mesele çoktan bitti, Tayyip Erdoğan meselesinin, AKP iktidarının artık hiç bir önemi yok.
Onun görevi zaten çok sınırlıydı. Aslında sadece emperyalizmin, gericiliğin ve sermayenin isteklerinin bir kısmını hayata geçirmekle görevliydi AKP. Bu süreçte zaten doğal olarak tepki çekecekti. Bizim burjuvazimiz salak değil, emperyalizm verdi onlara bu aklı, insanlar tüm sistemi sorgulayacağına sadece AKP’yi, hatta sadece Tayyip’i sorgulasın diye böyle bir numara hazırlamıştılar. Saf devrimciler gelir bu oyuna, akıllı devrimciler, oyunun bundan sonraki perdesi için hazırlık yapar, kendini gereksiz işlerle yormaz.
Özetle, Türkiye’de de plan tıkır tıkır işledi ve şimdi artık yenisinin zamanı geldi. Tayyip artık kesin gidecek, hatta belki çoktan gitti bile...
ABD, AB, Türkiye burjuvazisinin tüm kesimleri, Fettullah Gülen, CHP ve HDP ile hep beraber oturdular masaya ve en ince ayrıntısına kadar planladılar. Tam bir görüş birliği ile çekelim ipini şunun kararı çıktı. AKP sonrası dönem bile planlanmış durumda, şu anda ayrıntılar üzerine çalışıyorlar ama Tayyip sonrası için son derece sağlam, asla yıkılmayacak bir restorasyon planı da hazır zaten.
O derece ayrıntılı hazırlandı ki, solun öyle bağımsız bir hatta durmasına da izin vermeyelim diye net karar alındı. Liberal virüsler tek tek görevlendirilmiş, solun devrimci bölmelerine sızmış durumdalar. Onları da restorasyon sürecinde piyon olarak görevlendirmek üzere ayrıntılar üzerinde çalışıldığı kesin gibi...
Her halükarda B planı da var zaten ama tüm bu planlar saat gibi işleyecek, hiç bir güç bunları engelleyemez. Biz şimdiden gerçek mücadele dönemine hazırlık yapmalıyız.
Anladınız değil mi?
Unutmadan, HDP özelinde Kürtler burada çok önemli bir rol üstlenmiş olacaklar. Sermaye baktı, bu tabloda sol bir yükseliş olma riski var, sol yükseleceğine Kürt hareketi büyüsün kararı verildi. HDP’ye barajı aşırmanın bazı riskleri vardı ama gerçek devrimci, komünist sol büyüyeceğine onun önünü keselim HDP büyüsün kararı verildi. Zaten Kürtler, sömürü filan bilmezler, sosyalizm devrim öyle şeylerden pek anlayabilecek kapasiteleri yok. Gerçek devrimciler güçleneceğine HDP güçlensin, biz onları istediğimiz her planın piyonu yaparız diye düşündü sermaye ve PKK’nin önünü açtı. Kürtler zaten ölmeye alışık olduğu için arada birileri ölecekse onlardan öldürürüz, böylece aynı anda hem MHP hem bir kısım sol kontrol altına alınmış olacak. Gerçek solcuların bu oyuna gelmemesi HDP’nin düzen partisi olduğunu unutmaması lazım.
Şimdi bu karmaşık (karmaşık dediysek de bir yanlış anlama olmasın, bizim kafamız çok net, çok doğru bir yerde oturuyoruz da halkımız açısından karmaşık) tabloda kendimize bakalım biraz.
Biz aslında, zaten herkesin bildiği gibi acayip büyük devrimler yapabiliriz.
Zaten biz en gerçek ve tek komünistiz, Denizlerin, Mahirlerin yoldaşları da sadece biziz, onları en iyi biz anlarız, zaten başka da kimse anlamaz.
Biz aslında çok şey yapabiliriz ama tüm bu oyunları gördüğümüz için devrim yapmak yerine sanki bir şey yapmıyormuş gibi numara yapıyoruz. Bize kendi bahçenizde devrimcilik oynuyorsunuz diyenler bu taktiğimizi anlamayanlar. Gerçi onlar, ne devleti, ne emperyalizmi hiç bir şeyi anlamıyorlar, çok küçümsüyorlar.
Özetle, aslında tek gerçek devrimci duruşa sahip olan bizler şimdilik kimse görmesin diye böyle yapmaya karar verdik.
Hem herkes görürse devlet de görür, bir de onunla uğraşmayalım. Mesele bitti dediysek bile biterken filler tepişir çimler ezilir, o yüzden çok ayak altında gezinmemek gerek.
Zaten öyle önemli bir gücü olmayan solun bu tabloya müdahale etmeye çalışması durumunda ezilmesi kaçınılmaz, o yüzden kendimizi korumamız şart. Bu gerçeği görmeyen ya sapmadır ya sadece Don Kişotluk yapıyordur.
Seçimlere de bu eksende yaklaşmak gerek. Seçim zamanı, seçimin meşruiyetini sorgulamayan devrimcilik olur mu? Evet kabul, sermayenin bu kadar önem verdiği bir secimde, belki kimseyi ikna edemeyiz ama önemli olan bir kayığa sığacak kadar kalsak bile doğruyu savunmak. Savunmak dediysek herkese karşı savunmak durumunda da değiliz, CHP’ye oy vermek isteyen gitsin ona versin, HDP’ye oy vermek isteyen ona versin, AKP ve MHP’ye vermesin yeter. Biz kendimiz kendi partimize veririz, kendi partimiz henüz seçime giremezse de seçim günü evimizde otururuz. İnsanlar oylarını önemsiyorsa, sırf ben öyle düşünüyorum diye oy vermemeye ikna etmek için çalışmak gereksiz bir iş.
Zaten her gün sokakta değil miyiz? Zaten herkes biliyor önemli olanın sokaktaki mücadele olduğunu, oy vereceğiz de n’olacak?
Seçim günü yasak olmasa çok büyük eylemler yaparız. Aslında yasak olsa da biz istesek yaparız ama bu durumda iktidar bizi bahane edip herkese saldırmasın diye eylemlerimizi geri çektik, yapmamaya karar verdik. Elbette siyasette bedel ödemekten korkmuyoruz. Yeri geldiğinde gerektiği kadar radikal işleri biz de yaparız. Fakat bizim maceracılardan esaslı bir farkımız var, biz her zaman “kitle çizgisini” savunuyoruz.
Diyalektik olarak her şeyin bir istisnası olabilir. Bunun da istisnası var elbette, mesela Gezi-Haziran günlerinde kitlelerin eylem pratiği olmadığı için, devletin şiddetini hiç yaşamadıkları için aşırı radikalleştiklerini unutmamak gerek. Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmayacağını bile bilmiyorlar. Bu durumda devrimcilere düşen kitlelerin kendiliğinden hareketlenmesinin peşine takılmak olamaz. Onlara bilinç taşımak gerek, bu işlerin o kadar da kolay olmadığını anlatmak gerek. Kitleler örgütlenmek gerektiğini bilmiyor. Önce öncü partinin yaratılması gerektiğini ısrarla anlatmak gerek. Bu ideolojik mücadelenin en önemli başlığıdır. Duygularımız, kitlelerin yıkıcı enerjisi bizim temel tezlerimizi asla unutturmamalı.
Biz insanların aklını kazanmalıyız. Sabırla, yıllarca ilmek ilmek bunu yaparsak, örgütümüzü de riske atmadan, bir taraftan da devlet nezdinde sanki akıllı çocuklarmışız gibi numara yaparak, örgütümüzü devrim yapabilecek kadar büyütmek için zaman kazanabiliriz.
Bir düşünün, her ay, her bir üyemiz sadece 2 kişiyi daha üye yapsa, 1-2 yıl sonra kaç katına büyüyoruz.
Hele biraz daha büyüyelim, siz o zaman görün neler neler yapacağız.
Anladınız değil mi?
Zaten benim anlatabilme sorunum yoktur, ben harika anlatırım da siz anlar mısınız acaba?
Anladınız değil mi?
(*) Dün e-posta adresime düşen bir mektubun için şöyle bir not vardı; Perinçek de, bugünkü yazısında önce Aydınlık’tan Kürt meselesi nedeniyle ayrıldıklarını söylediği birilerine laf çakıp, kendisini sağlama aldıktan sonra kıvırma işaretleri vermeye başlamış. ABD stratejik piyonu PYD’yi feda edebilir diyor.
Bu notu aldıktan bir iki saat sonra tamamen tesadüf sonucu önüme düşen Aydınlık’ı doğal olarak açtım ve ilgili yazıyı okudum. Yukarıda okuduğunuz satırlar, o yazıdan esinle yazıldı.
Perinçek esin verdi ama esas olarak son gelişmelerle birlikte iyice ilginç bir hal alan statükocu solun çok bilmişliğini kıskandım ve bu hafta örnek bir makale yazmaya çalıştım. Her gelişmeyi kafasındaki çerçeveye yerleştirenlerin, kendilerince hep haklı çıkıp hep başarısız olanların en önemli örneklerinden birisi olmasına rağmen, Perinçek maalesef tek değil. Bu nedenle kendimi onun fikirleri ile sınırlamayı gereksiz buldum. Özel olarak not düşüyorum, yukarıdaki yazıda esinlenen görüşler teker teker kişilerin değil bir zihniyetin fikirleridir. Hiçbirisinin özel olarak üzerine alınmasına gerek yok ama eminim hepsi kendilerinden bir şeyler bulacaklardır.
Bir bütün olarak İleri’yle, özellikle de köşe yazılarımızla iddialı bir politik hattın örgütlenmesine katkı koymayı amaçlıyoruz. Ülkemizde solun olanaklarına odaklanmış olarak, devrimci bir komünist örgütlenmenin yaratılmasına ve sosyalizmin etkin bir güç olarak siyasal alanda yerini alması için zorunlu gördüğümüz cephesel bir örgütlenmenin inşasına yoğunlaşmış durumdayız. Yazılı üretimlerimiz, eylemlerimiz, arayışımız çok büyük ölçüde bu ekseni temel alıyor.
Bu iddialarımız nedeniyle okurlarımıza, ülkemiz solunda var olduğunu bildiğimiz başka bir bakış açısını yansıtamadığımızı düşünüp eksik kalmasın diye taklit etmeye çalıştık.
Özetle, yukarıda yazdıklarım benim düşüncelerim değil ve öncelikle kendilerine böyle saçma sapan tezler okuttuğumuz için sürekli okurlarımızdan özür dilerim.
Kuşkusuz bu düşünceleri gerçekten savunanlar, bunlara inanlar, daha özenli, daha dikkatli ve daha düzgün bir Türkçe ile yazıyorlar. Yine de yazdıklarının ortalamasını yansıttığını sandığım bu satırları okurken, söylediklerini başkaları okuduğunda ne hallere düştüklerini gösterebilmiş olmayı umuyorum.