“Egemen ideoloji” denilen bir kategoriden söz edeceksek en başta bilinmesi gereken şudur: Egemen ideoloji, hiçbir zaman, kendini sorgulayan diğer ideolojileri tümüyle karşısına alan, o ideolojilerin her ögesini reddeden bir konumda yapılanmaz. Egemen ideolojinin yapılanmasında, her zaman, karşıt ideolojilere de değen, onlarla bir şekilde rezonansa giren, başka ideolojilere yönelenlerin “kafasını karıştıran” yanlar olur.
Zaten “egemen” olması da buradan kaynaklanır.
Egemen ideolojiden belirli ölçülerde ayrı saydığımız “burjuva ideolojisi” ve “resmi ideoloji” gibi kategorilerin de benzer kimi özellikleri olduğu söylenebilir. Ancak bu benzerlikler sınırlıdır. Daha önemlisi, burjuva ideolojisi ve resmi ideoloji tarihsel süreç içinde çok daha yerleşik-oturmuş özellikler taşırken egemen ideoloji esnek, değişken ve diğer ikisine göre çok daha amorftur.
Türkiye’ye gelmeden, tarih ve coğrafya olarak uzaklardan bir örnekle devam edelim.
***
Şili’de meşru Allende iktidarını deviren 11 Eylül 1973 Pinochet darbesini biliyoruz.
Bu darbeden iki ay sonra, 1974 dünya futbol şampiyonası elemeleri kapsamında Şili’nin kendi sahasında Sovyetler Birliği ile karşılaşması gerekiyordu. Sovyetler Birliği, darbeyi protesto amacıyla bu maça çıkmayacağını açıkladı. FIFA ise SSCB’nin gerekçesini kabul etmeyerek Şili’yi hükmen 3-0 galip saydı.
Hepsi bu değil.
Pinochet rejimi bunu yeterli görmedi: Şili milli futbol takımı, daha önce solcuların toplanarak işkenceden geçirdiği stadyuma karşısında rakip olmasa da çıkacak, bir de “rakip takımın” boş kalesine gol atacaktı. Şilili milli futbolcular da bunu yaptılar. FIFA’nın verdiği hükmen galibiyet kararı sonucunda Şili 1974 kupasına katılma hakkını zaten kazanmıştı; kazanmıştı, ama bir de boş kaleye gol atarak şov yapmak gerekiyordu (*).
Sonra ne mi oldu?
Şili halkı, Pinochet’ye ve darbeye karşı olanların çoğu dahil olmak üzere, ülkelerinin bu “zaferini” coşkuyla kutladı. Anlaşılan Şili halkının çoğunluğu açısından böyle milli bir kazanım söz konusu olduğunda işkence mekanı olarak simgeleşmiş bir sahada boş kaleye gol atmak teferruat sayılıyordu.
Yani egemen ideoloji, muhalefetin “millici” hassasiyetlerine böyle değebiliyordu…
***
Yukarıda verilen örneğin altının, günümüz Türkiye’sinden başka pek çok örnekle doldurulabileceği açıktır.
Türkiye’de egemen ideolojinin “başkalarına da değen” yönleri dendiğinde iki farklı kesim olarak örgütlü muhalefetten ve AKP karşıtı insanlardan, halktan söz edebiliriz. Örgütlü muhalefet, egemen ideoloji ve etkileri sonucunda, siyaseti ip üstünde sergilenecek bir cambazlık gösterisi saymaya başlamıştır. Bu yürüyüşte, eldeki denge değneğinin “iktidarın işine yarayacak şeyler yapmama” hassasiyetiyle kullanılması siyasal hüner sayılmaktadır.
“Milli meseleler” söz konusu olduğunda başka ne varsa hepsinin teferruat sayıldığını ise hepimiz biliyoruz.
“Darbe”, “terörizm” ve “bölücülük” ise, egemen ideolojinin, teferruat sayılması gereken şeylerin sayısını daha da artıran önemli bileşenleri arasındadır.
***
Buraya kadar söylenenler fazla “siyasi” oldu…
Oysa “ideoloji” dendiğinde, doğrudan siyasetin pek devrede görünmediği, çok daha dolaylı işleyiş mekanizmaları olduğunu da hesaba katmak gerekir. Diğer kategorilerden “burjuva ideolojisi” belirli bir sınıfla, “resmi ideoloji” ise devletle kolaylıkla ilişkilendirilebilirken egemen ideolojinin cazibesi, kimi konularda kendini neredeyse tamamen “siyaset dışı” gibi gösterebilmesinden kaynaklanır.
Örnek mi?
Siz, bugünkü rejime karşı olup “içki yasağı” gündeme geldiğinde “Canım içmeyiversinler” diyen, Türk Diyanet Vakfı Başkanı “Sigara satışına da sınırlama gelsin” dediğinde “Zaten sigara sağlığa çok zararlı” deyip bunu onaylayabilecek insan hiç mi görmediniz?
Sigara kuşkusuz sağlığa zararlıdır; ancak, buna benzer yasak ve sınırlamaların rejimin ideolojik ve siyasal yönelimlerinde nereye oturduğuna hiç bakmadan konuyu salt sağlık bağlamında değerlendirmek de bir tür ideolojik “kapılanma” sayılmalıdır…
_________________________________________________________________
(*) O dönemde Şili milli takımında görev yapan futbolculardan Veliz, kendisinin ve Caszely’nin darbeye karşı olmasına rağmen başka yol olmadığı için böyle yapmak zorunda kaldığını söylemiştir. Bu arada, 1974 dünya kupasında ilk kırmızı kartın bu futbolculardan Caszely’ye çıktığını, çıkaranın da Doğan Babacan olduğunu hatırlatalım.