Fotoğraflar: Damla Atak
27 Şubat’ı 28’ine bağlayan gece yetkililer mültecilerin Türkiye sınırından Yunanistan’a geçişini engellememe kararı aldıklarını açıkladılar. Hemen sonrasında Türkiye’de farklı nedenlerle bulunan bir çok göçmen Edirne-Yunanistan sınırına doğru yola çıktı.
Olayların büyümesi üzerine 4 Mart tarihinde sınırda yaşanan durumu değerlendirmek ve raporlamak için bir heyet olarak Edirne’ye yola çıktık. İstanbul’dan Edirne’ye otobüs ile yolculuk ederken, otobüs şoförü Edirne’ye varmadan bir kavşakta durmalarını gerektiğini belirtti. Otobüsteki yabancı uyruklu kişiler kolluk kuvvetleri tarafından, başka bir kişi ile beraber bunu engelleme çabalarımıza rağmen, indirildiler ve yolun yanındaki kolluk kuvvetlerinin aracına bindirildiler. Konuyu takip edebilmek için telefon numarasını aldığımız kişilerden öğrendiğimize göre sınıra yakın bir yere götürülüp otobüsten indirildikleriydi. Yolculuk ettiğimiz otobüs ise Edirne otogarına vardığında otogarda ve yanındaki yeşil alanda bekleyen mülteci ve göçmenleri gördük. Bu kişilerle yaptığımız görüşmelerde bir kısmı Yunanistan’a geçtiğini orada kolluk kuvvetleri tarafından eşyalarına, paralarına ve telefonlarına el koyulduğunu ve yaşadıkları şehre geri dönmek istedikleri halde bilet alacak paralarının olmadığını belirttiler.
Bu açıklamadan bir gün önce gerekli belgelere sahip olmayan kişiler sınırı geçmeye çalıştıklarında “kaçak” olarak tanımlanıp, geri gönderme merkezine götürülüp, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 54. maddesi gereği sınır dışı edilme riski ile yüzleşiyorlardı. Ancak 27 Şubat tarihinden sonra bu uygulama bir süreliğine kaldırıldı. Hatta kişiler sınıra ulaşmakta teşvik edildiler. Eğer sınırlardan geçişe izin vermek bu kadar kolaydıysa neden bir çok kişi sınır kapılarından geçmeyi denediği için geri gönderme merkezlerine koyulup, kendi ülkelerine geri gönderiliyorlar? Hayatlarını başka bir yerde kurmak isteyen ve bu nedenle sınırı geçmeye çalışan kişilere bir gün “kaçak” denilirken ertesi günün göçmen ve mülteci şeklinde tanımlanabildiklerini gördük. Bu kişilerin Türkiye’de yaşadıkları hayat şartlarının zorlukları neden sadece sınır açıldığı zaman gündem haline geldi?
İnsani yardım alanında avukat olarak çalışan bir temsilci, bir göçmenin Türkiye’den çıkış yapabilmesi için belirli belgelere sahip olması gerektiğini, aksi halde sınırdan çıkış yapamayacağını belirtti. Mülteciler gerekli belgelere sahip olmamaları durumunda hukuki statülerini kaybetme riskine de sahiplerdi. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda göçmen ve mülteciler statülerini kaybetme pahasına sınıra gittiler ve hatta sonrasında sınır dışı edilme riskini de göze aldılar.
Göçmenlerin ailesi, yakınları, eşyaları ve umutları ile sınırı geçmek için beklediği süreçte kamu, yerel yönetim ve sivil toplumun iş birliği ile bir çok ihtiyaç giderilmeye çalışıldı. Yerel yönetimden bir temsilci ile yaptığım görüşmede göçmen ve mültecilerin çoğunluğuna en temel ihtiyaçlar olarak su, yemek ve tuvalet ihtiyaçlarının farklı kurumların ortak çalışması ile giderildiği belirtildi. Ayrıca temel sağlık hizmetlere erişim için sağlık çadırlarının kurulduğu, gerek olduğunda hastanelere erişim için ambulans bulundurulduğu söylendi. Barınma şartlarının son derece zor olduğu bu alanda hayatta kalmak için ayrıca Yunanistan kolluk kuvvetlerinin müdahalelerine dayanmak gerektiğini gözlemledik. Sınırı geçmeye çalışanlara veya geçenlere biber gazı ile müdahale edildiği, plastik mermi ve gerçek mermi ile ateş edildiği, sınırı geçip yakalananların kıyafetlerine, ayakkabılarına, telefon ve paralarına el koyulup geri gönderildikleri göçmenler, kamu çalışanları ve sivil toplum alanında çalışanlar tarafından paylaşıldı. Ayrıca İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) de konu hakkında detaylı bir inceleme ile durumu raporladı ve kendi internet sayfalarında paylaştılar. Peki gerekli belgelere sahip olmadan sınırı geçmenin cezası nedir? Hangi tür bir yasayı çiğnemek böyle bir tutumla karşılaşmaya neden olabilir? Ya da kolluk kuvvetlerinin şartlar ne olursa olsun bu şekilde müdahale etmeleri hukuka aykırı değil midir?
İnsani yardım alanında avukat olarak çalışan aynı temsilci, yaptıkları görüşme ve incelemeleri temel alarak Yunan kolluk kuvvetlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 2. (yaşam hakkı) ve 3. maddesini (işkence yasağı) ihlal ettiğini belirtti. Ayrıca Avrupa İnsan Haklarına tabii bir ülkenin İnsan Hakları Hukuku’nu uygulamaya devam etmesi gerektiğini sadece sınır ihlalini savunma amacı ile ateş açılmasının, ayrıca kişiyi üst vücuttan vurmaya teşebbüs etmenin açıkça infaz etmek anlamına geldiğini ve bunun da insan haklarını tamamen ihlal olduğunu aktardı.
Edirne Valiliği’nin açıklamasına göre Yunanistan kolluk kuvvetlerinin müdahalesi sonucu 3 yabancı uyruklu kişi vurularak yaşamını yitirdi. İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi başkanı avukat Tuğçe Duygu Köksal, yaşamını kaybeden ve kötü muameleye maruz kalanların adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dört başvurunun yapıldığını ve sürecin devam ettiğini belirtti. Yaşanan hak ihlallerini değerlendirdiğimizde refakatsiz çocuklara, anne ve çocuklara uygulanan müdahale nedeni ile AİHS 8. (özel ve aile hayatına saygı hakkı) ve 3. maddesinin, kişilerin sadece yabancı uyruklu olmaları nedeni ile bu müdahaleye maruz kalmaları nedeni ile AİHS 14. maddesinin (ayrımcılık yasağı) ihlal edildiğini ekledi.
Ayrıca Yunanistan’ın sığınma talebi ile sınırı geçmeye çalışan kişilerin mülteci hukuku kapsamında sığınma başvurularının alınmamasının insan hakları beyannamesinin ve uluslararası sözleşmelerin ihlali olduğu aşikardır.
Hak ihlallerinden konuştuğumuzda yerel yönetimden bir temsilci “Hak ihlalleri en başında var” şeklinde belirtti. Türkiye’nin Avrupa Konseyi dışında gelenleri mülteci olarak kabul etmemesi hali hazırda sığınmacı ve mültecileri kronik bir belirsizliğe sürüklüyor. Ülkelerin sorumluluklarını karşılıklı olarak yerine getirmemesi sınır hattını kör nokta haline getirdi ve her şeyin yapılmasına izin verilen, bunun için hak görülen bir bölgeye çevirdi. Ortaya çıkan şartlar, Türkiye kolluk kuvvetlerinin taşıtlarla göçmenleri sınıra götürmesine, Yunanistan kolluk kuvvetlerinin ise kişinin yaşam hakkını ihlal etmesine, işkence ve kötü muamele uygulamasına izin verdi. Peki ateş açıldığında Türkiye vatandaşı birisine isabet etmesi durumunda buna tepki nasıl olurdu? Eminim ki o zaman tepkiler ve çatışma çok farklı bir boyuta taşınabilirdi. Yani ölürken nereli olduğunuz yaşam hakkınızın nasıl savunulacağını belirliyor ancak yaşam hakkınız hayatta kalmanızı sağlamıyor.