Her yeni durum, tüm siyasal özneler için yeni bir sınavdır.
17 Nisan birçok nedenle yeni bir dönemin başlangıç tarihidir.
Bu toplum, 16 Nisan günü, 2013 Haziran/Gezi isyanı ve 7 Haziran 2015’den sonra üçüncü kez İslamcı-totaliter tek adam düzenine boyun eğmediğini, eğmeyeceğini göstermiştir.
12 Eylül 1980’den bu güne, 36 yıldır devlet eliyle yürütülen dinci gerici ideolojik bombardımana, devlet ve kamu kurumları içindeki yuvalanmalara rağmen, bu toplumun insan malzemesi “gerici bir yığın” a dönüştürülememiştir!
Genç kuşaklar apolitikleştirilememiştir!
Ülke kaybedilmemiştir!
Türkiye’yi değiştirmek için muhtaç olduğumuz kudretin bu topraklarda mevcut olduğu bir kez daha doğrulanmıştır.
Toplumsal proletaryanın anayurdu, Türkiye’nin ileri ucu büyük kentlerde rüzgâr dönmektedir. “Hayır” mücadelesinin öncü, özellikle genç savaşçılarında Türkiye düzen ve sol siyasetindeki tıkanıklığı sorgulayan, tarihin ve güncelin biriktirdiği sorulara yanıt isteyen düşünsel merak ve canlılık yeni bir devrimci mayalanma arifesinde olduğumuzun işaretlerini vermektedir.
Olağanüstü zor koşullarda, ortak akılla, özveriyle, sonuca odaklı dayanışma ruhuyla kazanılan “hayır”ın zorbalıkla, hileyle, pişkinlikle çalınmasını önleyememek ise sandığın, düzen hukukunun ve “hayır cephesi”nin sınırlarını göstermiştir.
Pratik ısrarla öğretiyor: Kurallarına uymayı zorunlu kılan siyasal bir güç odağı olmadığı zaman hukuk yoktur! Siyaset, bir yönüyle ideolojiyle fiziğin kesiştiği bir güç ve yaptırım ilişkileri alanıdır.
***
Tek adam bunu biliyor. Kendi deneyimlerinden iyice öğrendi. Gezi’den, 17-25 Aralık’tan, 7 Haziran’dan, 15 Temmuz’dan ve nihayet 16 Nisan’dan, “deliğe süpürülmekten”, halk hareketiyle ya da darbeyle düşürülmekten elindeki siyasal/fiziksel gücü içine ve dışına karşı frensiz kullanarak sıyrıldı.
Erdoğan, ABD ve AB ile ilişkilerini de, küresel sermayenin programına bağlılığını göstererek, ama aynı zamanda siyasal güç göstererek yürütüyor. “Bu ülkede sizin için benden iyisi yok, görüyorsunuz alternatifim de yok” diyor. Bu ileti yerini buluyor. ABD ile kirli pazarlıklar, Türkiye’deki hukuksuzlukları “not” etmekle yetinen krizdeki AB ile ilişkiler bu minvalde yürüyor.
Görülmesi gereken şudur: Bu siyasetin arkasında başından beri bir program; sermaye sınıfının desteği; saniye sektirmeden uygulamaya konulan bir yapılacak işler planı oldu. Şimdi de var. 2019’a kadar adım adım, gün gün ne yapılacağı, nasıl yapılacağı planlanıyor. Bu hedeflere göre dost-düşman, tarafsızlaştırılacak güçler belirleniyor.
Programını, gündemini belirlemiş, ne yapacağını bilen bir iktidara, onun dayattığı düzlemden, kurallarını onun koyduğu bir oyunun parçası olarak karşı durulamaz.
“Hayır” birikimine, hedef olarak 2019 seçimlerini göstermek çok büyük bir yanlış olur. Bir: 16 Nisan’ın kendine özgü koşullarında bir araya gelen toplamın, örneğin bir cumhurbaşkanı adayında birleşmesi ya da bir seçim bloku oluşturması olanaksızdır. İki: Önümüzdeki iki yılda devlet iktidarını elinde tutmaya devam eden rejimin “güzellikle”, seçimle sona erdirileceğini sanmak saflıktır.
Daha açık konuşalım: Hayır toplamı üzerinden bir siyasal özne, hatta cephe kurulması olanaksızdır. Daireden kare elde edemezsiniz. Bu boş hayale kapılırsanız, hayır bloku içinde yeşermiş taze ve dinç güçlerle, emekçi-ilerici yoğunlukla birleşme, siyasallaşma ve örgütlenme şansını da kaybedersiniz.
***
16 Nisan’da, yurttaş iradesi değersiz ve geçersiz kılınmıştır. Bu olay, milyonlarca yurttaşın gözünde seçimi ve sandığı değersizleştirmiş, seçime katılma oranlarının çok yüksek olduğu bu ülkede, seçimden seçime oy kullanmakla durumların değiştirilemeyeceği düşüncesi toplum bilincinde belki de ilk kez bu ölçüde yer etmeye başlamıştır.
16 Nisan’ın hükümsüzlüğü önemli bir mücadele başlığı olmaya devam ederken, seçim yorgunu ülkemizde düzen partileri ve parlamento dışında seçenek arayışı gerçek bir ihtiyaç olarak kendini dayatmaktadır.
Bu ihtiyaca yanıt vermek solun, komünistlerin varlık nedenidir.
Ne yapmalı, nasıl yapmalı soruları yeniden, olanca keskinliğiyle önümüzdedir.
Emekçi-ilerici yoğunlukla kaynaşmanın, işçi sınıfını, kentli seküler cumhuriyetçi birikimi, emekçi seküler Kürt halk hareketini amaçta ve eylemde birleştirmenin yolu, birilerinin bulundukları yerden birlik çağrıları çıkarmasından ya da var olan eğilimleri kapsayacak diplomatik formüller bulunmasından değil, ülkedeki ve soldaki tıkanıklığa soldan çözüm ve çıkış yolu gösterecek, cesur ideolojik, siyasal, pratik açılım ve atılımların toplu anlatımı olan bir programdan geçiyor.
“Program” derken bildiğimiz, alıştığımız, devrim stratejisi çizen, raflarda eskiyen genel şablonlardan değil, bütünün bilgisi ve eleştirisi üzerinden, nihai amaçla birlikte, somut ve güncel çıkış yolunu, mücadele hedeflerini gösteren, sözle eylemi birleştiren bir programdan söz ediyorum. Böyle bir yoğunlaşmanın, üretken ve verimli olabileceğini, var olan güçleri sahiden birleştirmenin biricik yolunun da olduğunu düşünüyorum.
Öneri karşılık bulursa konuyu açar, tartışırız.
Şimdiden söylenmesi gereken, böyle bir tartışmanın, amaç, ölü program metinlerine bir yenisini eklemek değil de pratiğin önünü açacak devrimci bir eylem kılavuzu üretmekse eğer, belli bir yöntemle, amaca bağlı gönüllü bir disiplinle ama internet olanaklarından yararlanan, sözü olan her gönüllü devrimciye açık bir düzlemde yürütülmesi gerektiğidir.