Doksan yıldır yenemediğimiz yobazlık: “Vurun Kahpeye”

Halide Edip Adıvar, doksan yıl önce bugünleri yazmış: “Vurun Kahpeye”. Dayanılır gibi değil. Yabancı devlet askerlerinin işgali altında bir ülkede, gizlice düşman karargâhına gidip işbirlikçilik yapanların din iman kışkırtmasıyla linç edilen Aliye öğretmenin simgelediği Türkiye’nin durumuyla, bugünün, bebeleri bile sıkmabaş yapmaya çalışan AKP Türkiye’si ne kadar benziyor. İki yüz yıllık bir mücadele birikiminin eseri kızlı erkekli okulları ve onun devrimci öğretmenlerini, kadının, yaşamın her alanında görev üstlenmesini ve verimli etkinliklere adını koymasını hazmedemeyen köhne bir ideolojinin, bu mücadelenin bütün birikimlerini kazıma günlerindeyiz.

Küçük bir kasabaya öğretmenlik yapmaya gelen Aliye öğretmenin, kitabın trajik sayfalarında tekrarlanan şu sözleri, bugün açgözlü bir sermaye çetesinin yağmaladığı Türkiye’de hâlâ ne kadar gerekli ve güncel: “Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billâhi!” (Halide Edip Adıvar. Vurun Kahpeye, s. 21, Can Yayınları, 2013 İstanbul) Roman bu sözlerle başlar. Halkıyla bütünleşmek, onunla ortak bir mücadelede eğitim görevini yapmak için yola çıkan yenilikçi bir öğretmenin yaşam ilkesini özetler bu sözler. Aliye kişiliği, aynı dönemde yazılmış Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu” romanının başkişisi Feride öğretmenle benzerlikler taşır. Reşat Nuri’nin bir başka romanı, “Vurun Kahpeye”den birkaç yıl sonra yazılan “Yeşil Gece”nin Şahin Efendisi ile Aliye öğretmen arasında daha da çok ortaklık vardır. İkisi de Anadolu’nun geri ve ıssız bir kasabasında öğretmenlik yapmayı, ülkesi ve halkının kurtuluşu için en zor görevleri üstlenmeyi bilinçli bir tutumla, baştan seçmişlerdir. Yunan işgali altına giren bir kasabada aydınlama ve kurtuluş mücadelesi vermektedirler. Ama romanlar, ikisinin de asıl düşmanlarının içerde olduğunu gösterirler.

EŞRAFA KARŞI OSMANLI NARODNİKLERİ

Adını 19. Yüzyıl Rusya’sının son döneminden alan, narodniklik, halkçılık politikasının 20. Yüzyıl başları Türkiye’sindeki somut örnekleridir onlar. Kurtuluşu yolunda aydınlatmak ve örgütlemek için halka giderler. Aliye, “Son senesinde asabi ve ateşli bir genç muallimenin ‘Anadolu’da çalışınız’ telkinini, herkesin bir moda diye sadece bahsedip münakaşa yürüttüğü bu fikri, ruhuna yakıcı ve müspet bir emel olarak yerleştirdi.” (s. 22) Aliye, doğruluğuna inandığı düşünceler için hayatı pahasına eyleme geçmekte duraksamayan devrimci bir kişiliktir. Bu nedenle, hiç kimsenin gitmediği ıssız bir kasabanın öğretmenliğinde görevlendirildiğinde, “eski bir sandıkla Haydarpaşa’dan trene bindi, gitti.” (s. 23) Bir eğitim yılı içinde kasabının meydanında katledileceğini bilmiyordu. Üstelik, kasabının Yunan işgalinden kurtarıldığı günün akşamında, evlerini kendi evi, çocuklarını kendi çocukları bilmek için geldiği kasabalılarca.

Halide Edip Adıvar’ın 1923 yılında Akşam gazetesinde tefrika edilen romanı, içerdiği olaylar daha bütün canlılığıyla toplumun belleğinde yaşarken yazılmıştı. Kitap olarak ilk baskısı 1926’da yapılmıştı. Kitapta Aliye’nin öldürülmesini hazırlayanlar, işgalci ordunun askerleri değil, kasabanın en zenginleri ve en dindarlarıydı. Halide Edip, Kurtuluş Savaşının yıkım ve acıları içinde, “Vurun Kahpeye” romanıyla, düşmandan daha düşman bir gücü göstermeye çalışıyordu: Yüzyıllardır ülkeyi, şahsi çıkar ve sömürü amacı için dinci bağnazlığa mahkûm eden eşraf sınıfını ve onun dinci zihniyetini. Bir süre cumhuriyetin ilerleyişi karşısında sinen ve geri çekilen, 1940’larda ABD emperyalizminin girişiyle yeniden canlanan ve iktidara ortak olan bu mütegallibe sınıfı, bu ezeli düşman, yeni palazlanan sermaye sınıfıyla işbirliği içinde, bugünlerin çöküşünü hazırlamakta başarılı olacaktı.

EŞRAFIN ÇIKARLARINI MASKELEYEN DİN

Aliye, kasabaya gelir gelmez, okulda işlerin nasıl bir çürüme ve bağnazlık çarkı içinde yozlaştığını görür. Yazar, kasabayı sınıfsal ayrışmaya göre kavrar ve anlatır. Okuldaki çocukların bedensel yapılarına dek yansıyan bu sınıfsal ayrışma, onların öğretmenlere karşı tutumlarında ve kişiliklerinde yansır. Aliye’nin bakış açısından esnaf çocukları ile eşraf çocukları arasındaki uçurum gösterilmiştir. Memur çocukları da toplumdaki ayrıcalıklı konumlarıyla eşraf çocuklarıyla benzerdir. “Eşraf çocuklarının ekserisi cılız, fena bakılmış, sümüklü, kirli, fakat mütehakkim ve ahlaksızdı. Hepsinin cebinde bir tabaka tütünü var.” (s. 31) Dahası bu zorba çocuklar okulun eski öğretmeni Hatice’yle birlikte avluda sigara içecek kadar arsızdırlar. Aliye, eşraf çocuklarını sevmez. “Küçük ve alil vücutlarında öyle marazi ve vaktinden evvel yetişmiş bir cinsiyet ve sefahat ve bunu öyle mürai bir şekilde örtmeleri ve öyle mutlak surette çalışmaktan kaçan tembel bir halleri vardı ki, herhalde eşrafın müstakbel vârisleri uzun senelerin damla damla biriktirdiği servet için çok tehlikeli görünüyorlardı. Bunların karşısında bir de bunlarla tahakküm ve kibarlık yarışı eden süslü, büyük memur çocukları vardı.” (s. 31) Öteki kutupta ise yoksul esnaf çocukları vardır. Kitabın belirgin çizilen çocuk kişiliği Durmuş’un simgelediği bu çocuklar sevgi, özveri, kadirbilirlikle donanmışlardır. Durmuş, yaşından beklenmeyecek işler yaparak, onu, Kantarcı Uzun Hüseyin’in oğlu Sabri’nin dayağından kurtaran Aliye öğretmene en zor anlarında umut ve dayanma gücü verir. Halide Edip, Osmanlı düzeninin egemen sınıfının, bir kasaba somutunda eşrafın, çöküş koşullarını, yeni gelen, halka eşitlikçi bakan yeni insanı nasıl boğmaya çalıştığını gösterir.
“Vurun Kahpeye”nin temel başarısı, kişilerini eyleme geçiren gerçek çıkarları ve ilişkileri görmesi ve göstermesidir. Soyut bir dinci gericilik anlatımı yapmaz. Hacı Fettah Efendi’nin Aliye öğretmene düşmanlığında, Ömer Efendi’nin sürgün edilmesiyle ele geçireceği bağların mülkiyet kavgası vardır. Gerici ideolojiyi besleyen ve canlı tutan bu sermaye ve mülkiyet ilişkileri olmadan yazılacak bir “Vurun Kahpeye”nin, değersiz bir vaaza dönüşmesi çok kolaydır. Yazar, özellikle, bu ilişkiyi kurmakta gerçekçidir. Aliye’nin Tosun Bey’le aşk ilişkisini anlatırken, Aliye’nin dinsel “vecd” halini yazmaya çalışırken romantizme kapılmakla birlikte, derindeki çıkar ve ilişkileri vurgulayan bu gerçekçi tutumuyla romanı dengelemeyi başarmıştır. Dinin, ahlakın, kadın erkek ilişkisinin niteliğini belirleyen gerçek çıkarlar ve ilişkiler romanda belirleyicidir. Eşrafın ahlakının ikiyüzlülüğünü belirleyen bu çıkarlardır. Eşraf, kasabaya Kuvayı Milliye bölüğüyle gelen ve savaştaki gereksinimlerini zenginlerden para toplayarak karşılamak isteyen Tosun Bey’i, bundan vazgeçirmek için Aliye’nin onun üzerindeki etkisinden yararlanmak ister. Aliye ise, Kuvayi Milliye komutanıyla bir haftadır aynı evde olduğu halde odasından çıkmamış, onunla hiç görüşmemiştir. Bu duruma kasaba eşrafının bakış açısını Halide Edip şöyle yazar: “Bu Aliye lehine kuvvetli bir takdirden ziyade kadrini küçültecek bir tesir yaptı. Kendi keselerini sıyanet (korumak) için Aliye’nin işvebaz ve ahlaksız olmasını tercih edeceklerdi.” (s. 60) Bu ahlaksız zengin takımı, din, ahlak kışkırtmasıyla, romanın sonunda Aliye’yi linç ederek katledeceklerdir.

EŞRAFIN YALAN ÜRETME VE KIŞKIRTMA YETENEĞİ 

Kuvayı Milliyeci Tosun Bey’in istediği parayı ödememek için zengin sınıfı, asılsız söylentilerle halkı onun aleyhine çevirirler. Onun herkesten para topladığını, vermeyenleri tutuklayıp işkence ettiğini yaymışlardır. Bugünün dinci gazetelerinin yazdığı yalanlar türünden iftiraları, o günün koşullarında kasabanın fısıltı gazetesi herkese taşımıştır. Aliye, kasabalıların Kuvayi Milliyecilere karşı birleşmesine şaşırır. “Birdenbire kasaba çocukları, halkın ruhunu, bu müşterek felaket tasavvur ettikleri olay karşısında birleşen ruhunu, mektepte aksettiriyorlardı. Aliye, Kantarcıların Sabri’nin suratının düşük olmasını anlıyor. Fakat bu küçüğün (Durmuş-b.s.a.) aynı çocuğun derdiyle hemdert olmasını bir türlü anlamıyordu. Çünkü Ömer Efendi’den Tosun Bey’in ahaliyi tekaliften (vergilerden) muaf tuttuğunu, bütün yükün eşrafa yüklendiğini işitmişti.” (s. 61) Eşraf, Kuvayi Milliyecilerin kendilerini vergilendirmesini önlemek için, yoksul kasabalıları onlara karşı kışkırtınca, bunun yansımasını bütün çocuklarda görmek Aliye’yi şaşırtmıştı. Egemen sınıf, tarihin her döneminde yoksul halkı bu türden yalanlarla kışkırtmanın bir yolunu bulmuştur. “Vurun Kahpeye”de cumhuriyetçilere karşı gördüğümüz bu yalanı, 1960’larda halkı komünistlere kışkırtmak için başka türlü söyleyecektir; “elindeki iki ineğin birini alacak, senin tarlanı alıp başkasına verecek…” 

FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ'DEN HACI FETTAH EFENDİ İLE TOSUN BEY'E

Halide Edip, romana bölüm başlıkları koymuştur. Bunlardan biri, üzerinde durmayı gerektiriyor: “Hacı Fettah Efendi ile Tosun Bey”. Bu başlık, Ahmet Mithat Efendi’nin 1875 yılında yayımlanan romanı “Felatun Bey ile Rakım Efendi”yi çağrıştırıyor. Bu romanda Felatun Bey, Batı özentisi, yaptığı her şeyi eline yüzüne bulaştıran, taklitçi, ayakları havada gülünç bir tipi canlandırıyor. O, batıcılığın bir karikatürüdür. Rakım Efendi ise, Ahmet Mithat Efendi’nin ideal tipidir; çalışkan, yerli, hem bilimi hem inancı birbiriyle bağdaştıran, ayakları yere sağlam basan, sağduyulu bir insandır. Batıcılığa özenmez ama batının bilimsel kazanımlarından yararlanmayı bilir. Ahmet Mithat’ın romanını, “Vurun Kahpeye”den elli yıl önce, Osmanlı’nın batılılaşma ya da çağdaşlaşma sürecine romanla gösterilen bir tepki olarak okuyabiliriz. Burada ideal insanı, doğulu tip Rakım Efendi simgeler. “Vurun Kahpeye”ye geldiğimizde, Fettah Efendi ile Tosun Bey’e bakarsak, elli yıl sonra, tarih bir başka gerçeği ortaya koymuştur. Efendi olarak anılan, doğulu, Osmanlı tipi, çıkarı için dini sömüren, kadını bir köle, bir nesne olarak görmek isteyen, hiç duraksamadan bir katile dönüşen aşağılık bir kişiliktir. Bey olarak nitelenen Tosun ise, batıcıdır; ülkeyi işgalden ve çöküşten kurtarmak için cesur bir savaşıma girişmiş, kadını özgürleştirme kavgası veren, geleceği temsil eden kişiliktir. 

Tarihsel gerçekler, elli yılda, Ahmet Mithat’ın idealist hayallerle şişirdiği Rakım Efendi tipinin bütün boyalarını silmiştir. Yüz altına satın aldığı bir cariyeye piyano dersi aldıracak ölçüde yenilikçi Rakım Efendi, birkaç yıl içinde onu iki bin altına satın almak isteyenler çıkınca, Ahmet Mithat Efendi’nin övgüsünü kazanıyordu; işini bilen bir adamdı o. Kadının alınıp satılan köle olmasıyla hiçbir sorunu yoktu. Onun elli yıl sonraki ve bir kasabadaki “efendi” türü ise, evinde üç karısıyla yaşarken, sokakta yüzü açık dolaşan Aliye öğretmene tahammül edemiyor, bilgisiz halkı kışkırtarak, onun katledilmesini sağlıyordu. Elli yıl sonraki batıcı ise artık bir karikatür değil, ayakları bu topraklara basan devrimci bir kişilikti. Felatun Bey değil, ülkesinin kurtuluş savaşına dağa çıkarak katılan ve bu uğurda bacağını kaybeden Tosun Bey’di. Geleceği o simgeliyordu. 

CUMHURİYET'İN TEMEL PROGRAMI KADINI ÖZGÜRLEŞTİRMEKTİR

Kadını özgürleştirmek, bu savaşımın temel amaçlarından biriydi. Halide Edip, Tosun Bey’i anlatırken şunları not ediyor: “Kuvayı Milliye kumandanlarının müşterek ve bariz bir hususiyeti vardı. Çavuşundan paşasına kadar içlerinden yeni bir şeyler isteyen herhalde hiç mutaassıp olmayan, mühim bir surette yeni kadına taraftar olan bir şey vardı.” (s. 54) Yeni kadın kavgası, en az yüz elli yıllık bir kavgamızdır. İlk romanımız kabul edilen “Taaşşuk-u Talat ile Fitnat’tan beri edebiyatımızın da en önemli sorunsallarından biri, kadını özgürleştirmektir. 

Doksan yıl önce yazılan romanın son sayfalarında, Hacı Fettah Efendi, “Vurun kahpeye, vurun kahpeye!” diye bağırdıkça, sesi bugünlerde, torunlarının ağzında yankılanmaktadır. “Bunu dinleyenler kâfirdir. Vurun, vurun, vurun, kahpeye vurun! Kafasını, hâlâ söz söyleyen dudaklarını parçalayınız; erkekleri baştan çıkaran haram saçlarını parçalayınız, yolunuz, vurunuz, vurunuz!”
Eşraf sermaye olmuş, iktidara gelmiştir. Yüz elli yıldır verilen savaşımla özgürleşen kadını yeniden köleleştirmek için halkımızın beyinlerini linç etmektedir. Hacı Fettah’ın çığlıklarını medya denilen tv’ler, gazeteler atmaktadır artık. Halide Edip’in yazdıkları nasıl da bugün hâlâ güncel ve yaşamsaldır. Bunu kabul etmek mümkün değildir. 

AKP’nin “tecavüzcüleri” aklayan yasa tasarısını önlemek için meydanlara akan halk kitleleri, “Vurun Kahpeye”nin antitezini, bu kabul etmezliğin romanını yazmaktadır.