Reşat Nuri, ölümünden (7 Aralık 1956) kısa süre önce yapılan bir söyleşide Yeşil Gece’nin devamını yazmak istediğini söylemişti. Ellili yıllar, kırkların sonunda iktidardaki CHP’nin okullara din dersi koyarak, köy enstitülerini yarı yolda bırakarak başlattığı utangaç gericileşme adımlarını bütün pervasızlığıyla ülkeye yayan DP iktidarının hüküm sürdüğü yıllardır.
Ezanın yeniden Arapçaya çevrilmesiyle açılan bu dönemde, bir başka önemli Cumhuriyet romancısı Yakup Kadri, ülkenin yarım yüzyıllık devrim sürecinin insani sonuçlarını sergileyen Panorama’yı yazıyordu. Pek de iç açıcı sonuçlar vermeyen bu tarihsel panoramanın iki aydın karakteri, romanın sonunda, dini ayin yapan ilkel bir güruhun saldırısıyla parça parça ediliyorlardı.
Reşat Nuri’nin gerçekleşmeyen tasarısı, Yakup Kadri’nin yeterince okunup incelendiğini düşünmediğim* Panorama’sı, cumhuriyetin ilk kuşak romancıları diyebileceğimiz bu iki yazarın gerçekçiliklerinin ve toplumlarının yaşadığı çelişkilere karşı duydukları derin ilginin somut örnekleridir.
Reşat Nuri, tasarısına “Gecenin Sonu” adını vermeyi planlıyordu. Ama ülke hızla ve örgütlü bir biçimde yeniden yeşil gecenin karanlığına sürüklenirken, bu adı karşılayan bir roman yazabilir miydi, sanmıyorum. 1927’de yazılan ve 1928’de yayımlanan Yeşil Gece’nin inkılâpçı kahramanı Şahin Efendi gecenin karanlığını şöyle anlatıyordu: “Bak şu yeşil türbe kandiline Rasim. Medresenin ilim ve nur dediği şey bu sisli ışığa benzer... Hep böyle mezarları, insana kasvet ve ümitsizlik veren şeyleri aydınlatır... Erişebildiği yerlerdeki eşyanın şeklini, rengini değiştirir, her şeyi korkulu vehimler ve hayaller şekline sokar... Bir ışık ki sekiz, on adımlık çevresi haricinde yine gece vardır. Asırlardan beri nur diye hep bu yeşil gecenin içinde yaşadık. Ben, aydınlık diye ona derim ki, beş altı saat sonra doğacak gün gibi her yeri, her köşeyi berrak bir mücehver ışığına boğar... Bu yeşil geceye nihayet verecek gün bizden, yeni mektep dediğimiz bu kötü, karanlık viraneden doğacak.” (1)
Şahin Efendi, bu yeni mektepte, aydınlık kafalı birkaç öğrenci yetiştirmek için küçük bir iç Ege kasabasında inkılâpçı bir parti gibi mücadele eder. Nâzım Hikmet çevresindeki genç yazarlara Yeşil Gece’yi hararetle önerir. Roman günümüze kadar ondan fazla baskı yapmasına rağmen yeterince incelendiği, üzerine yazıldığı söylenemez.** Üstelik, yakın tarihimizde sürekli hesaplaşmak zorunda kaldığımız dini gericilik sorununu bu kadar netlikle ve gerçekçi bir yöntemle irdeleyen birkaç romandan biri olduğu halde, bu romanın yeterince tartışılmamasının önemli bir eksiklik olduğunu belirtmek gerekiyor.
KENDİNİ DAYATAN GERÇEKLİK, KENDİNİ DAYATAN ROMAN
Şahin Efendi medrese eğitimi içinde bağnaz bir dindarken, soru sorarak adım adım maddeciliğe ilerleyen bir kişiliktir. Medreseyi bırakıp Muallim Mektebine başlar. Öğretmen olunca, kendi kişiliğinde yarattığı sorgulama ve aydınlanma bilincini öğrencilerine, en azından birkaç öğrencisine aktarmak, bunlar yoluyla da ülkenin yeşil geceden çıkmasına katkıda bulunmak ister. Şahin Efendi’nin kişiliğinin en önemli niteliği, düşüncesini boş laflara çevirmek yerine, hayatını belirleyen eylemlere dönüştürme kararlılığıdır. Reşat Nuri, onun bu özelliğini şöyle çizer: “Genç softada bütün olgun fikirler ve kanaatler mutlaka fiile inkılâb etmek ihtiyacını duyardı. Bu zamanlarda Abdulhamit’e karşı bir isyan hareketi başlamış olsaydı Şahin, mutlaka önde yürür ve yeşil bayrağın gölgesinde şehit olurdu.” (s. 28) Bu saf inanmış eylemci kişilik, dine ve içinde yaşadığı topluma maddeci bir gözle bakmaya başlayınca hedeflerini ve eylemini buna göre belirleyecektir. Herkesin tayin olmak için can attığı İstanbul’da öğretmenlik yapmak yerine küçük bir Anadolu kasabasını seçecektir.
Reşat Nuri, romanın başında genç softanın bilinçlenme sürecinin zor ve karmaşık niteliğini etkileyici bir biçimde anlatır. “İtikat inkılâbı inkılâpların en buhranlısıdır.” (s. 34)
Daha başlarda kitabın kahramanı için şunları yazar: “Talihsiz bir adamdı. Hayatta başından anlatılmaya değer hiçbir vaka geçmemişti.” (s. 16) Dış dünya ile ilişkisi böylesine sıradan bir adamı etkileyici bir roman karakterine dönüştüren özelliği, iç dünyasındaki itikat inkılâbıyla birlikte, öğretmenliği devrimci bir eylem düzeyine çıkaran kararlı çalışmalarıdır. Yazar, sıradan bir insanın, bilimsel düşünebilen birkaç genç yetiştirmeyi umduğu sınırlı bir eylemini, öyle bir tarihsel ve toplumsal çerçeveye oturtmuştur ki, bu sınırlı beklentiye karşılık karşılaştığı direnç ve yaptığı işler, inkılâpçı bir partinin soluk soluğa okunan mücadele günlüğüne benzemiştir.
Bu heyecanı yaratan, Şahin Efendi’nin itikat inkılâbını daha geniş çerçevede yaşayan bir toplumun hayati çatışmalarının duyulmasıdır. “Buna mukabil” diye devam eder yazar, “ruhu en buhranlı bir itikat inkılâbının ateşleri içinde yanmıştı. Yıllar süren bir facianın sahnesi şu loş koridorun dibinde aralık kapısı görünen küçük taş oda idi. Bu karanlık duvarların arasında ne dünyalar yıkılmış, yine yeniden ne dünyalar doğmuştu.” (s. 16) Romandaki küçük kasaba da tarihsel değişmenin hızlandığı bir zamanda, yıkılışların ve doğuşların sancılarını çeker.
Yeşil Gece’nin, eğitimi, toplumun uyanışında temel etken olarak gören aydınlanmacı düşüncenin ötesinde, inkılâpçı bir mücadele günlüğü sunması şaşırtıcı niteliklerinden biri olarak görülmelidir. Romana bu niteliği kazandıran, 1908 Devrimi’yle başlayan ve 1920 Devrimi’yle süren tarihi bir dönüşüm çağının kazandırdığı eleştirel tarih bilincidir. Bu niteliği, dini gericiliğin, bugün için de önemli bazı özelliklerini görmemiz açısından önemlidir. Yüzyılın başındaki burjuva devrimcilerinin gericilikle uzlaşmaya hazır kaypak karakterini görürüz. Sarıova’da Gericilerin başı Hafız Eyüp ile iktidar partisinin katib-i umumisi aynı safta buluşurlar. Reşat Nuri dini gericiliği, yalnızca eğitimle aşılacak bir gerçeklik olarak ortaya koymaz, sınıfsal dayanaklarını da gösterir. Bu ideoloji, şahsi çıkarları için hiçbir ahlaki değer tanımayan esnaf ve sermayedarın iktidar aracıdır. Sarıova’yı işgal eden düşman kuvvetleriyle işbirliğine girenler, ilk fırsatta sıvışanlar kasabanın zengin ve yobaz takımı olur. Bugün Suriye’yi, Irak’ı bir zulümler meydanına çeviren ABD emperyalizmiyle işbirlikçilik eden gericiler onların torunlarıdır. Onlardan daha yüzsüz ve acımasız, çünkü onlardan daha çok sermaye sahibidirler.
Yeşil Gece'nin bu tarihsel bağı, dinci partinin iktidarında bir gazete haberine konu olmasıyla da somutlanabilir. Romandan Tuncer Cücenoğlu'nun uyarladığı tiyatro oyunu, henüz bütünüyle denetime alınmamış Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenmektedir. AKP milletvekillerinden biri, Vakit gazetesinin bir haberine dayanarak, “din adamlarının” düşmanla işbirliği içinde olduklarının gösterildiği böyle bir oyunun kendi iktidarları altında ve Devlet Tiyatrosu'nda nasıl oynanabildiğini sormuştur. AKP'li milletvekili, Devlet Tiyatrosu Müdürü'nü de Kültür Bakanına şikâyet etmiştir. Oyun kısa sürede sahnelerden indirilmiştir. Yeşil Gece, dünü olduğu gibi, bugünü de içermeyi başaran bir edebiyat yapıtıdır.
Roman, dinci iktidarın ilk yıllarında, gerici bir gazetenin köşe yazarı Hilmi Yavuz aracılığıyla bir kez daha gündeme gelmişti. Hilmi Yavuz, romanın edebi değerini tartıştığı yazısında Reşat Nuri'nin dindarları değil, dini hedef almasından şikâyet ediyordu. Zaten romanın gücünü arttıran ve bugüne taşıyan niteliği de dinin toplumsal yaşamdaki rolüne ilişkin bu gerçekçi kavrayıştır.
BİR İNKILÂPÇI PORTRESİ
Yeşil Gece’nin en önemli kavramı inkılâp, en önemli tipi de bir inkılâpçıdır. Hayatını bir gayeye göre yaşayan inkılâpçı Şahin Efendi, toplumu yeşil geceden aydınlığa çıkaracak bir devrimin savaşçısıdır. “Evet, zavallı memleket, asırlardan beri yeşil bir gece içinde yaşıyordu. Halk, dünyayı hep bu karanlığın arasında görüyordu.” (s.38) İnkılâpçının temel saptaması budur. Reşat Nuri, yeri geldikçe bu inkılâpçı portresini belirginleştirecektir. “İnkılâp yapmak isteyen adam için ihtiyatın, hesabın fazlası da zararlı bir şeydir.” (s.54) Şahin Efendi, okulundaki öğretmenleri ilerici ve gerici olarak iki partiye bölüyor ve “Kendimi de hesap edersem ekseriyet bizim fırkada...” (s.63) diyor. Mücadele sürüyor, İlerici Parti softaların medresesini yıkmayı başarıyor. Onun arsasına yeni okul kuruluyor. Türban savunucularının yaptığına benzer “medreseme dokunma!” nümayişleri yapılırken hem de. Yıkımın gecesinde Şahin Efendi kutlamak için helva pişiriyor. Bu bölüm şu sözlerle kapanıyor: “Yahu biz, şöyle böyle bir ihtilâl teşkilatı, bir ihtilâl hareketi yaptık... Polisimiz, muallimimiz, fen adamımız hepsi tamam. Allah vere bir şey sezinlemeseler.” (s.85)
Reşat Nuri’nin inkılâpçı portresinden bir enstantane daha: “Şahin Efendi, bundan sonra daha fazla ihtiyatla hareket etmeye karar verdi. Fakat bu, ancak bir dereceye kadar mümkündü. Muayyen bir iş meydana çıkarmaya, hedefine doğru durmadan yürümeye mecbur bir inkılâpçıydı.” (s.88)
İnkılâpçı bazan yaptıklarının boşa gittiği yanılgısına kapılıyor; katı gerçeklik karşısında hayal kırıklığı yaşıyor. “Kendini dünyanın bütün zevklerinden mahrum etmiş, hayatını bu ahaliyi uyandırmak, mesut etmek emeline vakfetmişti. Zulüm ve haksızlıktan bu kadar zevk duyan insanları ıslaha uğraşmak çocukça bir hayal değil miydi?” (s.153) Bu soru, kışkırtılmış kalabalığın, türbeyi yaktığı söylenen Nihat öğretmeni linç etmeye giriştiği sırada, çaresiz Şahin Efendi’nin durumunu betimler. Bugünün inkılâpçısı da aynı soruyu soramaz mı? Ahmakça TV dizilerinin karşısında pinekleyen, kölece bir yaşama rıza gösteren, insanlıktan nasibini almamış büyük bir yığın karşısında kara kara düşünmez mi insan? Fakat, inkılâpçının bu duygusu bir anlıktır; kaldığı yerden mücadelesine devam edecektir. Yeşil gecenin yakın tarihimizdeki en kanlı katliamlarından birinin hedefi Aziz Nesin gibi; Sivas Acısı'nı şiirleştirdiği kitabında, onu yakmaya çalışan gerici halka, tarihi maddeciliğin kavrayışıyla soğukkanlılıkla bakar. Bu gerici, cahil, aldatılmış halk onun değiştirmek, insanlaştırmak için mücadele ettiği halktır.
Yeşil Gece'de Sivas Katliamı'nın ortağı sosyal demokrat politikacıları da bulmak mümkündür. Şahin Efendi'nin okul aracılığıyla aydınlanma mücadelesi verdiği Sarıova'da kısa süre önce yapılan 1908 Devrimi'yle iktidara gelmiş “ilerici” İttihat Terakki Partisi'nin yöneticileri vardır; öğretmenin çırpınışlarına destek vermezler. İşlerine geldiği gibi, görüntüde “ilerici”, gerçekte gericilerin yanındadırlar. Sivas'ta yapayalnız bırakılan aydınlar gibi, Sarıova'da da Şahin Efendi'yi tek başına bırakmışlardır. Reşat Nuri bu ortaklığı “sarıkla fesin uyumu” simgesiyle anlatır.
YEŞİL GECE'YE BU SALDIRI NEDEN?
Türkiye’de Nâzım Hikmet’in “bütün eserlerini” yayımlayan yayınevleri var. Ama bunların içinde Yeşil Gece’nin Rusça çevirisi için yazdığı önsöz yoktur.*** Bu önsözün varlığını ve içeriğinin bir bölümünü çeşitli aktarmalardan öğrenebiliyoruz. Yalçın Küçük, Nâzım Hikmet’in bu önsözde Yeşil Gece’nin Çalıkuşu kadar tanınmamış olmasına hayıflandığını belirtiyor. Fethi Naci ise İbrahim Tatarlı’nın Marksist Açıdan Türk Romanı kitabından Nâzım Hikmet’in şu cümlelerini aktarıyor: “Yeşil Gece romanına gelince o, Reşat Nuri’nin en derin eseridir. (...) Yeşil Gece romanının yayımlanmasından otuz beş sene geçmiştir, fakat kitap evvelkisi gibi asridir ve hatta günün hadisesidir. Bu eserin merkezini teşkil eden problem bugünkü Türkiye için hâlâ aktüeldir.” (2) Bu aktüelliğin hâlâ ve daha da derinleşerek geçerli olduğunu görüyoruz.
Fethi Naci’nin Nâzım Hikmet’in bu görüşlerini aktardıktan sonra, Yeşil Gece’yle ilgili yazdıkları oldukça düşündürücü. “Şahin’in düşünce dünyasındaki gelişim alabildiğine ilginçtir; ama Reşat Nuri dümdüz bir çizgi üzerinde anlatır bu değişimi. Başlı başına bir roman olabilecek bu değişim Yeşil Gece’nin 44. sayfasında tamamlanmış olur. Romancı, tamamıyla şematik bir anlayış içindedir.” (3) Fethi Naci’nin Reşat Nuri’yi şematik olmakla eleştirmesini kabul etmek mümkün değildir. Bir “itikad inkılâbı”nı anlatan yazar, bunu kısa, etkili, iç ve dış çatışmaları içinde ustalıkla yapar. Reşat Nuri’nin 44 sayfada kahramanının değişim sürecini anlatmasına şematik değil, olsa olsa diyalektik bir anlatım denebilir. Ancak Reşat Nuri, bir kişiliğin oluşum romanını değil, inkılâpçı bir kişiliğin değiştirmek istediği toplumsal gerçeklikle çatışmasının romanını yazmak peşindedir. Fethi Naci’nin “başlı başına roman olacak” konularını yazmadığı için şematiklikle nitelenmeyi asla hak etmez.
Fethi Naci’nin Yeşil Gece’yle ilgili temelsiz düşünceleri bunlarla sınırlı kalmaz. “Şahin’in kişiliği, sıvası yapılmamış bir betonarme binanın karkası gibidir: Ete kemiğe bürünmemiş bir iskelet! Çünkü Reşat Nuri, Şahin’i, insanlar ve olaylarla ilişkileri ve çatışmaları içinde geliştirmez, bir birey olarak bakmaz ona, dinsel inançların eleştirisi için bir araç olarak kullanır. Bunu yaparken de basmakalıp düşünceleri zorlamaz; dinin Türk toplumundaki yeri üzerinde, Türk halkının dine tek ideoloji olarak sarılmasının tarihî ve ekonomik nedenleri üzerinde hiç mi hiç düşünmez. Bütün bürokrat küçük burjuvalar gibi.” (s.130) Eğer Fethi Naci bunları yazdıktan sonra, Yeşil Gece’yle ilgili kendi özetini nesnel bir gözle yeniden okusaydı, bu özetin bile burada söylediklerini nasıl geçersizleştirdiğini görebilirdi. Romanın Sarıova’da geçen bölümü bütünüyle belli eğilimlerin taşıyıcısı kişilikler ve temel tipi Şahin Efendi arasındaki çatışmaların öyküsünden oluşmaktadır. Bu romandaki Şahin Efendi, kanıyla canıyla kendini bir davaya adayan bir kişiliğin romanımızda çizilmiş eşsiz bir portresidir. Dinin Türk toplumundaki yerini incelemekten yoksun bir roman nasıl oluyor da, onlarca yıl sonra hâlâ bu toplumun dini gerçekliği için açıklayıcı imgeler sunabiliyor? Bu toplum, Öğretmen Nihat’ın linç edilme sahnesinin daha korkunçlarını yaşamadı mı? Ancak, biraz sonra aktardığı parçadan, Fethi Naci’nin, dinin “tarihî ve ekonomik” rolünden, tarihin bütün sınıfsal çatışmalarını tersine çevirerek çarpıtan İdris Küçükömer’in düşüncelerini anladığını öğreniyoruz. Bu düşünceye göre emekçi halkın dine sarılması, iktidara karşı “ilericilik” anlamına geliyordu.
Gerçekçi yazar Reşat Nuri, tarihe bu türden fantezilerle bakamazdı, o, bu tarihin içinden geliyordu.
Bundan sonrası Fethi Naci’nin her fırsatta Yeşil Gece’yi olumsuzlamak için araya şematik eleştiriler sokuşturması olarak okunabilir. “Reşat Nuri, toplum gerçekliklerinden soyutladığı bir dünyada, bir toplum gerçekliğini anlatmaya, seçtiği olaylar ve kişilerle softalığı yermeye, öğretim yoluyla kalkınmayı savunmaya çalışıyor.” (s.134) Yeşil Gece için bunları yazmak, baştan şematik bir bakış açısının sınırladığı bir sonuca varmak değilse nedir? Reşat Nuri ile Şahin Efendi’yi özdeşleştirmek romanı anlamamak demektir.
Reşat Nuri, Şahin Efendi’nin Cumhuriyet kurulduktan sonra, esirlikten kurtulup Sarıova’ya yeşil gecenin sona erdirildiği umuduyla dönüşünü anlatır. Yeniden başına geçmeyi ve aydınlık kafalı çocuklar yetiştirmeyi düşündüğü okuluna dönecektir. Ama Sarıova’da gericilerin başı Hafız Eyüp’ü modern giysiler içinde Cumhuriyetin Maarif Müdürüyle birlikte karşısında bulur. Onu düşmanla işbirliği etmekle suçlarlar ve Sarıova’dan kovarlar. Şahin Efendi mekteple gericiliğe karşı savaşında yenilmiştir. Yazar, bu yenilgiyle, dini gericiliğin aşılmasının yalnızca eğitimle mümkün olmadığını gösterir. Zaten Şahin Efendi’nin romanın sonunda tuttuğu yol da bunu açıkça ortaya koyar. Bu bölümü Reşat Nuri’nin güzel anlatımından okumakta yarar var. “Bağlar arasında bir saatten ziyade yürüdükten sonra bir dörtyol ağzına vardı. Bu yol devam ettiği müddetçe mütemadiyen ağlamış, gözlüğünün camları yaşla dolmuştu. Yükünü yere bırakarak mendilini çıkardı. Gözlerini ve gözlüğünü sildi. Arkasından kaybolmaya başlayan Sarıova’nın hafif ışıklarına son bir defa baktı. ‘Çok doğru söylemişler... İnkılâp denilen şey bir günde olmuyor.’ dedi.” (s.223) Reşat Nuri, bir devrimden söz etmektedir. Üstelik sabırlı, kararlı, uzun mücadelelerle başarıya ulaşacak bir devrimdir bu. Toplum gerçekliğini devrim düzeyinde kavrayan bir yazar var karşımızda. Bu, Cumhuriyete bir eleştiridir. Zamanında yapılmış bir eleştiri; gericiliğin ve halkı soyan burjuvazinin hâlâ iktidarda olduğunu hatırlatır.
Kitabın son paragrafı, bir kez daha “inkılâbın” yolunu vurgulayacaktır. “Yol, burada dörde ayrılıyordu. Sarıova’dan çıkarken nereye gideceğini kararlaştırmamıştı. Karanlıkta bir ilham bekler gibi uzun uzun ileriye baktı. Nihayet: ‘Şu ortadakini tutarsam beni zaferin ve inkılâbın doğduğu yere götürür. Orada derdimi nasıl olsa anlatırım.’ dedi. Bu ümit, ona bütün neşesini ve bedbinliğini iade etti.” (s.223) Reşat Nuri, inkılâbın yolunu göstermektedir. Gericiliğe karşı çareyi toplumsal dönüşümde aramaktadır. Bu kadar açıktır.
Bu son için Fethi Naci’nin yorumuna gülemiyoruz bile. Şaşırtıcıdır. “(Böylece Şahin Efendi, Reşat Nuri’nin çabasıyla, edebiyatımızdaki ilk “orta yolcu” oluyor!)” (s.133)
Gülüp gülmemek size kalmış... Reşat Nuri’nin ve romanımızın bu yüksek eseri karşısında bu çarpıtma ve horgörü neden?
Doksan yıl önce yazılan bir inkılâp romanı, Yeşil Gece de, dinci gericiliğe karşı mücadele yolunu devrim’de, toplumsal kurtuluşta aramaktadır.
1.Reşat Nuri Güntekin, Yeşil Gece, s.62, İnkılâp Kitabevi, (11. Baskı) İstanbul 1990. Sonraki aktarmalar parantez içinde sayfa numaralarıyla belirtiliyor.
2.Nâzım Hikmet, aktaran Fethi Naci, Reşat Nuri’nin Romancılığı, s. 129, Oğlak Yayınları, 1995, İstanbul.
3. Fethi Naci, Reşat Nuri’nin Romancılığı, s.130, Oğlak Yayınları, 1995, İstanbul. Sonraki aktarmalar parantez içinde sayfa numaralarıyla belirtiliyor.
*Panorama üstüne nefis bir inceleme için Cengiz Gündoğdu'nun Taşkıran (İnsancıl Yayınları, İstanbul, 2004) eserine bakılabilir.
**Yeşil Gece'nin ufuk açıcı bir incelemesi Yalçın Küçük'ün Bilim ve Edebiyat (İthaki Yayınları, 2004) eserinde yer alıyor.
***Bende Nâzım Hikmet’in Bütün Eserleri dizisinin Adam Yayınları baskısı var ve yazılarına ayrılan ciltlerinde bu önsöz bulunmuyor. Banka yayınevinin bastığını incelemediğim için kesin konuşamıyorum, ancak öbürünün bir kopyası olduğu için bu önsözü içermediğini tahmin ediyorum.