Dilara ile Şule'nin önlenebilir ölümleri

Telefonunuza bakıyorsunuz, kızınız sizi 24 kez aramış! Meraklanıyorsunuz, telaşlanıyorsunuz, kalbiniz küt küt atıyor, “noldu kızımın başına bir şey mi geldi?” diye. Arıyorsunuz biraz telaşlı bir sesle kafedeyim gel diyor kızınız. Genelde erkek öğrencilerin elinde görmeye alışkın olduğumuz, ki böyle olmaması gerek, T cetveli ve büyük aydınger kartonlarını koyacağınız bir çantayla kızınız karşılıyor sizi. İki yıl önce verdiği sevinçli habere bir yenisine daha ekliyor: İnşaat mühendisliği de okuyacağım anne!

Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Jeodezi ve Fotoğrametri Mühendisliği’nde okuyordu Dilara. Mezun olduğunda hepimizin tabiriyle Harita Mühendisi olacağım diye girmişti. Ama derslerinde başarılı olduğu için çift anadal okumaya hak kazandı ve inşaat mühendisliğine de girdi. Mezun olunca muhtemelen ülke gerçeklerinden dolayı zorlanacaktı. Binlerce meslektaşı gibi bir süre iş arayacak, işsizliği tadacak, oldukça zor koşullarda, düşük ücretle çalışmaya mahkum olacaktı veya şans ona yardım edecek, yabancı dile yatkınlığını fırsata çevirecek okuldaki başarısı iş yaşamında da sürecek okulunu bitirir bitirmez çok iyi bir işte çalışacaktı veya yüksek lisans yapacak akademisyen olacakta ya da mesleğinden bağımsız çok farklı şeyler yapacaktı ya da… Hiçbirisini yapamadı!

Tertemiz umutlu bir yaşam öyküsü, adına hala kaza denen bir cinayet sonucunda bu öykü devam edemedi.

Dilara okula gitmek için yola çıkmıştı, karşıdan karşıya geçiyordu. 07.10.2010 günü, saat 09:20 sıralarında, yağmur suyu çalışması yapan Sahil İnşaat adına çalışan Mustafa Yerdelen yönetimindeki Mercedes Benz marka 34 YOK 56 plakalı damperli kamyon, yola mıcır döktükten sonra ters şeritten kendi şeridine geçerken Dilara Sarıkaya’ya çarparak ölümüne neden oldu.

Söz konusu yapım işi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yol Bakım ve Onarım Md.lüğü tarafından ihale edilerek Eze İnşaat Nakliye Otomotive Petrol Taahhüt San.Tic.Ltd.Şti. ve Nas İnşaat San.Tic.A.Ş İş ortaklığına (Eze Nas Ortaklığı) verilmişti. Dilara’nın yaşamını yitirdiği mahalde ise taşeron firma olan Sahil İnşaat San.Taah.Tic.Ltd.Şti. tarafından çalışma yapılıyordu. İş sahasında güvenlik şeridi olmadığı, reflekte trafik işaretleri veya kırmızı ışık bulunmadığı, kamyon şöförünü her adımında yönlendirmesi gereken ve yalnızca bu iş için görevlendirilen görevlilerin olmadığı dava dosyasındaki bilgilerden anlaşılıyor. Mahalleli, yetkililerin üst geçit sözü vermesini isteyerek sonrasında eylem yaptı, yola kimsenin sahip çıkmadığını belirterek. Dosyaya sunulan bilirkişi raporlarında suçun özellikle tek başına kamyon şoföründe olmadığının altı çizildi. Dosyaya giren ifadeler çok açıktı:

-Söz konusu iş mahallindeiş güvenliği denetim ve gözetimi konusunda eksiklikler bulunmakta,

-İşçilere işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin eğitimlerin verildiğine ilişkin ise herhangi bir belgeye rastlanmamakta,

-Uygun bir manevracı/işaretçi olay sırasında çalışmamaktadır.

-Bu hususların sağlanması özellikle ana işveren konumundaki Eze-Nas İş Ortaklığı tarafından sağlanmalı veya taşeron firmanın bunu sağlayıp sağlamadığı denetlenmelidir. Dolayısıyla her iki firmanın da sorumluluğunda bulunmakta olup, uygun bir yapılanma oluşturulmadığı anlaşılmaktadır.

-Taşeron olan Sahil İnşaat San.Taah.Tic.Ltd.Şti.’nin yetkililerinin ve bu şirket elemanı kamyon şoförünün de haliyle kusuru bulunmaktadır.

-Müteveffa Dilara Sarıkaya’nın trafik kurallarına aykırı bir davranışının olduğunu dair herhangi bir hususa rastlanmamıştır.

Ayrıca çok üzerine gidilmeyen bazı noktalar da bulunmaktaydı dava dosyasında. Bu da İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin sorumluluğuna ilişkin hususlardı:

“eğer işveren konumundaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yol Bakım ve Onarım Md.lüğününizni olmadan inşaata başlandıysa, olayda denetim ve gözetim sorumluluğunu yerine getirmeden (gerekli önlemler alınmadan) iş sahasına yüklenici firmanın girmesine ve işe başlamasına izin veren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yol Bakım ve Onarım Md.lüğü yetkili veya yetkililerinin de kusurlu bulunduğu” bilirkişi raporlarında belirtilmişti.

Olay kamyon şoförüne yıkıldı, kamyon şoförünün “ezdiğimi bile farketmedim” sözleri medyada öne çıkarılarak dikkatler ona çevrildi, kamyon şoförü tahliye oldu, bu devran böyle döndü…

Hemen hemen aynısı yeni bir cinayete kadar…

2007 yılında da Dilara’nın adaşı 5 yaşındaki Dilara yine belediyenin sorumluluğunda olması gereken açık bir rögar kapağı sonucu yaşamını yitirmişti. Her ikisinin de ismini beynimize kazıyacağımıza söz vermiştik, sözde kaldı, sözümüzü tutamadık, sıra Şule’ye geldi!

Şule İdil Dere Cinayeti

“Bir baba, bir gece yarısı kızıyla ilgili bir konuyu görüşmek için karakola çağrıldı.Karakola gidene kadar elbette ölümün dışında aklına binbir olasılık gelen babaya, “Kızını yaya yolunda yürürken kamyon ezdi” denildi. Bir baba tek kızının akla, mantığa, vicdana aykırı saçma sapan bir nedenle öldüğü haberini tek başına karakolda göğüslemek, algılamak zorunda kaldı. Bir anne, gece yarısı evine gelen kardeşlerinden, eşinden, dostundan kızının ölüm haberini duydu. Bir dost, bir annenin eline yapışarak “Doğru değildir değil mi, bir yanlışlık olmuştur değil mi, ne olur bir şey söyle” feryadı karşısında sessiz boynunu bükmek zorunda kaldı.” (Murat Özveri, “Şule İdil Dere’yi Kim Öldürdü”, http://www.evrensel.net/yazi/76656/sule-idil-dereyi-kim-oldurdu)

23 yaşındaki Şule, İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü üçüncü sınıf öğrencisiydi. Şule’nin adlı adınca cinayet sonucu öldürüldüğü yer ve bu yerin özellikleri zaten biraz da bu olaya cinayet dememize yol açıyor. İstanbul Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda, yayalara tahsis edilmiş yolda yürürken, geri geri gelen ve üzerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi yazan bir hafriyat kamyonunun, ona arkasından çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Peki diyebilirsiniz ki, inşaat var yaya yolu vs. kalmadı. Peki yapı makinalarının çalıştığı, damperli kamyonların sürekli girip çıktığı bu iş mahallinde uyarı levhaları veya kırmızı ışık var mı, çalışma sahası yayalardan yalıtılmış, bariyer, emniyet şeridi konmuş mu, Dilara’nın cinayetinde olduğu gibi işaretçiler (yardımcı personel) var mı? Tabii ki hayır! Hiçbirisi yok… Bir fikir vermesi açısından aşağıda genel olarak alınması gereken önlemler ve kişilere inisiyatifin bırakılmadığı bir çalışma ortamı örnek olarak verilmekte, bakın ve İstanbul’da böyle basit önlemlerin dahi alınmadığı yüzlerce çalışma sahasını gözünüzün önüne getirin.

Şekil 1 Yayaların Güvenli Bir Şekilde Yürümesi İçin Hazırlanan Yol

 

Bu cinayetlerin esas nedeni nedir esas faili kimdir?

Benzer pek çok örnek verilebilir. Ama birebir neredeyse aynı iki ölümden söz ettiğimiz için Dilara ve Şule’yi burada anmış oluyorum. Kimi zaman ölümle sonuçlanmayan “ramak kalma” olayları ise belki binlerce ve her gün başımıza geliyor. Aslında çok “standart” bir cinayet sürecini görüyoruz her defasında:

-Büyükşehir belediyesi (veya kamu diyelim) kentle ilgili, kentte yaşayanları birebir ilgilendiren herhangi bir işi Kamu İhale Kanunu’na göre ihale ediyor (ihale süreci, kayırmacılık, yandaşlık vs. bu yazının konusu olmadığı için girmiyorum);

-İhaleyi anlı şanlı bir firma alıyor veya belediyeye yakın yeni kurulmuş ama sermayesi büyük bir firma diyelim,

-Firma işi kimi zaman alt yükleniciye kimi zaman doğrudan taşerona  veriyor. Burada alt yüklenici-taşeron ayrımını bilinçli bir şekilde yapıyorum, çünkü alt yüklenici dediklerimiz de en azından belli kurumsallığı olan diyelim firmalar, taşeronlar ise 5-20 ustayı, işçiyi, yapı makinası operatörünü vs. çevresinde tutan ve iş olunca bir araya gelen, projenin çok spesifik bir işini yapan (kaldırım döşenmesinden, hafriyata kadar basit bir iş kalemi) küçük firmalar,

-Eşgüdüm içinde ve planlı gerçekleştirilmesi gereken iş güvenliğinin bu dağınık tabloda gerçekleştirilmesi mümkün olmuyor, devlet denetimini falan bir yana bırakın, ana yüklenici kendi kendisini bir başka ifadeyle işi verdiği taşeronu dahi denetlemiyor,

-İlkel, mevzuata aykırı, en temel teknik kuralların yerine getirilmediği işler, gündelik yaşamımızda bizim karşımıza ölüm ve yaralanma riski olarak çıkar,

-Genelde kamyon şoförü, yapı makinası operatörü, usta, işçi vs. asli kusurlu bulunur, “zaten gariban adam kendi ekmeğinin derdinde, bilerek mi yaptı canım” diyerek cinayetin gerçek faili tamamen gizlenir, yardımcı failler ise vicdanen aklanır. “Kazazede”nin de aslında kusuru olduğu,dikkatsiz ve tedbirsiz davrandığı söylenir, bu bilirkişi raporlarına da yansır. Örneğin Dilara’nın dava dosyasındaki bilirkişi raporlarından birisinde “maktülün kamyonun çok yakınında bulunması, kamyonun her an hareket edebileceğini düşünmesi ve sürücünün kendisini kolaylıkla göreceği bir kesimde geçişini sürdürmesi gerektiği, bu hususları gözönüne almayan Dilara Sarıkaya'nın ikinci derecede kusurlu davrandığı” yazılabilmektedir.

Sonuçta bir insan ölür, ardında acı bırakır, sorulmamış hesaplar bırakır.

Hesap sormak için ise hiyerarşinin tepe noktalarına bakmak gerekmektedir.