Tümüyle acının ve gözyaşının egemenliğine girmiş bir ülkede nasıl bayram kutlanır tartışmalarını bir yana bırakalım, tatil vesilesiyle biraz yavaşlamış günlük siyasetin dışına çıkma olanağı bulmuşken, bu haftaki yazımızda biraz daha günlük çekişmeler nedeniyle yeterince ilgilenemediğimiz bir konuyu gündeme alalım.
Vurun örgüte
Genel olarak devrimci ortamımıza baktığımızda gördüğümüz en üzücü çelişkilerden birisiyle başlayalım.
Türkiye devrimci hareketi, örgütçüsü çok siyasetçisi-teorisyeni az olarak bilinir. Türkiye solunda mücadele içindeki insanları ve hatta bu dünyadan göçüp gitmiş mücadele arkadaşlarımızı övmek için en çok “örgütçülüğü kuvvetli bir arkadaş”, “yiğit”, “cesur” gibi sözleri kullanıyoruz.
Örgütler, pek çoğumuz için mücadelenin zafere ulaşması için mutlaka ihtiyaç duyduğumuz bir araç olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor. Pek çok örgütün militanı, hatta sempatizanı, söz konusu olan örgütü olduğunda her türlü fedakarlığı gözünü kırpmadan yapmaya hazırdır.
İşin ilginç tarafı ise Türkiye’de solun uzun yıllar sonra ilk defa ciddi biçimde kabuğunu kırma olanağı yakaladığı (ve bize göre hala içinde olduğumuz) dönemde sol içinde ve daha özel olarak örgütlerin içinde yapılan tartışmalara baktığımızda hiç kimsenin siyasal-teorik-ideolojik bir sorunu yoktur, pek çok değerlendirmeye göre sorun hep o çok övündüğümüz örgütlerimizde ve örgütçülerimizdedir!
Örgütlerimiz ve örgütçülerimiz merkezi siyasetimizi anlayıp hayata geçirebilse tüm sorunlarımız çözülecektir!
Devrimci teori
Buraya kadar söylenenlerden sonra Türkiye solunun bugün içinde bulunduğu durumun esas olarak teorik-siyasal-ideolojik zaaflardan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Örgütsel eksikler veya kadroların eksikleri de, bunlar samimiyetle ifade ediliyor ve gerçekten çözüm aranıyorsa, söz konusu zaafların sonuçları olarak ele alınmalıdır.
İşin ilginci, kendi dışındaki özneler için acımazsızca eleştiriler yazmak, başkalarının eksikleri-hataları üzerinden kendi haklılığını anlatmaya çalışmak hemen tüm çevrelerin ortak özellikleri haline gelmiş durumdayken bir bütün olarak Türkiye sosyalist hareketinin düzeyini de yükseltebilecek ciddi bir tartışmanın yapıldığını ise söyleyemiyoruz.
Hepimizin bildiği “devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz” özlü sözünü hatırlatarak devam edelim. Sık sık tekrar edildikçe üzerine pek düşünmediğimiz bu sözle Lenin’in kast ettiğinin havada zaten asılı duran bir “devrimci teori”nin mücadele için kullanılması olduğunu hiç sanmıyorum. Tam tersine bu cümleyi, devrimci bir örgüt, devrimci bir hareket yaratma iddiasının aynı zamanda devrimci bir teorik üretimi zorunlu kıldığını söyleyen bir görev cümlesi olarak okumalıyız..
Dolayısıyla Türkiye sosyalist hareketinin sorunlarına dair bir tartışmayı ciddiyetle ele alacaksak meselenin aynı zamanda bir teorik yenilenme gerektirdiğini en başa yazmak gerekiyor.
Devrimci örgüt
Örgütle başladık, örgütle bitirelim.
Türkiye sosyalist hareketinin belli başlı temel eksikleri-zaafları hepimiz açısından açıklık kazanırken, iş bu sorunların çözümüne dair somut adımlar atmaya geldiğinde durum daha çetrefilli bir hal alıyor. Zaten her birisi “Türkiye’nin gerçek Bolşevik Partisi” olan tüm gruplar, meselenin kendi örgütlerinin büyümesi ve güçlenmesi ile çözüleceğinin ötesinde pek bir şey söyleyemiyorlar.
Yanlış anlaşılmasın, herhangi bir devrimci öznenin kendisini önemsemesinde, kendisine devrim sürecinde özel bir rol yüklemesinde yanlış bir şey yok. Tersine böyle bir iddiayı taşımayan bir öznenin, bağımsız bir örgütsel yapı olarak varlığını devam ettirmesi saçma olur. Ancak, sorunumuz, bu varlığın kendisi için bir varlık olmanın ötesine geçip, toplumsal bir karşılık bulabilmesi, gerçek bir öncülük niteliği kazanabilmesi. Türkiye’nin içinden geçtiği sürece yaratıcı, gerçekçi ve somut yanıtlar üretilmesi, üretilen yanıtların toplumsal alanda gerçekçi ve somut karşılıklarıyla algılanabilmesi.
Gerçek, devrimci bir işçi sınıfı partisi olsa bu sorunların önemli bir bölümü çözülmüş olur denilebilir. Ancak tersi de doğrudur, gerçek, devrimci bir işçi sınıfı partisi inşa edebilmek için bu sorunları çözmek gerekir.
Şöyle bitirelim.
Türkiye’de bugün ortalama sol akıl, 100 yıl kadar önce Lenin, “Ne Yapmalı?” isimli çalışmasıyla bu sorunlara büyük ölçüde yanıt vermiştir diyor ve noktayı koyuyor.
Bize göre ise cümle burada bitmemeli.
100 yıl kadar önce Lenin, “Ne Yapmalı” isimli çalışmasıyla bu sorunlara büyük ölçüde yanıt vermiştir, biz de Lenin’in yaptığı gibi yapmalı, bu eşsiz birikimi temel alarak “Bugün, Türkiye’de Ne Yapmalı?” sorusunu sormaya ve yanıtlamaya cesaret edebilmeliyiz.