Bir kişi “Benim sorunum devletle, devrimci mücadele denilen şey de devlete karşı verilen mücadeledir” diyorsa o kişi anarşisttir.
Bu adlandırma, bir suçlamaya ya da değersizleştirmeye yönelik değildir, objektif bir tespittir. Daha öncesine gitmezsek, Fransız İhtilali’nden bu yana dünyamızda nasıl muhafazakarlar, liberaller, sosyalistler, milliyetçiler, vb. olmuşsa onlar kadar yaygın ve etkili olmamakla birlikte anarşistler de olmuştur. Düşünce dünyasına değil de maddi süreçlere bakarsak 20. yüzyılın ilk yarısında anarşizmi örneğin Rusya’da 1917 sonrası Makhno hareketinde, İspanya İç Savaşı’nda görebiliriz; yüzyılın ikinci yarısında ise Fransa başta olmak üzere “68 hareketinde” anarşizan öğelerin belirli bir ağırlık taşıdığını da söyleyebiliriz.
Gene olacaktır. Yani bundan sonra da kitlesel hareketlenme ve başkaldırının sınırları zorladığı ve toplumu bir patlamanın eşiğine getirdiği durumlarda anarşizm, ülkeye ve duruma göre bir akım ya da esinti olarak gene olacaktır.
Ancak, bizim bu yazıdaki konumuz anarşizm eleştirisi ya da tartışması değil.
Konumuz, özünde anarşizme çalan yaklaşımların ve değerlendirmelerin, Türkiye’de kendini anarşist olarak tanımlamayan insanların bile radikallik ve devrimcilik kriterleri arasında yer almasıdır.
***
Bizim kriterimiz ise çok açık: Bugün Türkiye’de yaşanan bunca sorunun kaynağında bir kurum olarak devleti gören kişi anarşisttir; yok eğer bu sorunların kaynağı olarak Türkiye’deki devletin kuruluş ilkelerini, bu devlete özgü “genetik kodları” görüyorsa da liberaldir.
İnsan, genel olarak devlet kurumuna, özel olarak da “TC”ye bakışında elbette anarşist de olabilir liberal de. Bize düşen de bu insanlara “Neden öylesin?” diye sormak ve onları tu kaka ilan etmek değil kendi açımızdan eleştirmektir. Örneğin bize göre devlet tarihsel olarak bir neden değil sonuçtur; toplumun sınıflara bölünmesiyle ve bu sınıflardan birinin diğerleri üzerinde egemenlik kurmasıyla ortaya çıkar.
Sonra, gene bize göre, devletin belirli bir sınıfın egemenliğini cisimleştirme işlevini de aşan ve tarihsel süreçte hiç değişmeden hep aynı kalan “kuruluş ayarları” da olamaz. Daha doğrusu, kuruluş ayarları vardır da bu ayarlar sınıf egemenliğini sürdürme ve sınıf mücadelelerinin ortaya çıkardığı yeni durumlara “mukayyet olma” işlevine tabidir; bunlara göre değişir, değiştirilir.
***
İpin ucunu biraz kaçırdık. Asıl amacımızın bu tür konuları gündeme getirerek anarşizmi eleştirmek olmadığını söylemiştik.
O zaman asıl konumuza gelelim:
X kişisi, her tür sorunun kaynağında genel olarak devleti ya da (Türkiye’de) TC’yi görüyor ve bu düşüncesiyle belirli çevrelerden alkış alıp başkalarına göre “en devrimci” sayılıyorsa, bu çevrelerin yapması gereken en dürüst iş o X kişisiyle fiilen aynı saflarda yer almak, o kişinin verdiği mücadeleye katılmaktır.
Yok bu yapılmıyor, “en devrimci” X kişisiyle aynı mücadeleyi vermek yerine mesai adına ne varsa tamamı X kişisine eleştirel yaklaşan başkalarına yönelik saldırılara harcanıyorsa burada en hafif deyimiyle bir “kolaycılık” vardır.
Kuşkusuz, her insanın her koşulda her tür mücadeleyi göze almasını bekleyemeyiz.
İnsanlar, yapamadıkları işlerin başkaları tarafından yapılıyor olmasını saygıyla karşılama, yapılanları destekleme hakkına sahiptir.
Ama bu hakkın, o işi “yapamayan” değil, bilinçli bir tercihle “yapmayanlara” yönelik saldırganlığa ve hakarete kadar uzanacağı sanılıyorsa ortada patolojik bir durum var demektir.