Eski futbolcu Rıdvan Dilmen’in “parka” eksenli Deniz Gezmiş-Tayyip Erdoğan kıyaslaması büyük tepki çekti. Sol, kendi tarihinde özel yeri olan Gezmiş’in böyle münasebetsiz bir benzetmede kullanılmasına haklı olarak öfkelendi.
Ancak bu tepki yağmurunda “şeytanın gör dediğini” görenler de çıktı. Bunlardan birinin, yakın bir arkadaşımızın söylediklerini aktaralım:
“Bugün 50 yaş altındakilerin büyük ağırlık taşıdığı solun Gezmiş’i sahiplenmesi, ona buna malzeme olarak kullanılmasına tepki duyması çok güzel. Ancak bu insanlar, Gezmiş’in yiğitliği ve adanmışlığı ötesinde onu ve onun gibileri yaratan ortamdan fazla haberdar değil, üstelik buna pek ilgi de duymuyor. Oysa 1961-71 dönemine ilişkin çalışmalara bakıldığında Türkiye’nin bu dönemde başta işçi sınıfı çeşitli toplum kesimleriyle ciddi bir uyanış, arayış ve hareketlilik içinde olduğu görülüyor. Solun yeni kuşaklarının Gezmiş’i, Çayan’ı ve başkalarını haklı olarak sahiplenirken işin bu yanına hemen hemen hiç bakmaması ciddi bir eksikliktir.”
Doğru söze ne denir?
***
İnsanımızın kahramanları sevdiği bir gerçektir.
Ancak, kahramanları seven insanımızın kahraman yaratan ortamlara fazla ilgi duymadığı, hatta ortamları kahramanların kendilerinin yarattığını düşünmeye eğilimli olduğu da bir gerçektir.
Daha önceki tarihsel olaylara bakışta da bunu görebiliyoruz. Örneğin, istibdada karşı dağa çıkan Resneli Niyazi dâhil hürriyet kahramanları vardır… Vardır da o kahramanları dağa çıkartan, 1900’lerin ilk çeyreğinde yayılan özgürlük arayışlarından, bu arayışların Türkiye coğrafyasına yansımalarından pek söz edilmez.
Sanki Niyazi bir dağa, Enver de başka bir dağa çıkmış, her şey böyle başlamıştır.
Bundan 60 yıl sonra sanki Deniz Gezmiş ve dönemin diğer gençlik önderleri ortaya atılarak “yeter artık” demiş, Türkiye’nin çehresi de böyle değişmiştir…
Oysa en öne çıkanları dâhil “68 kuşağının” insanları yeni bir dönemin yaratıcıları ya da başlatıcıları değil, açılan bir dönemin bayraktarları, “akıncı beyleri” sayılmalıdır.
Türkiye’de 60’larla başlayan yeni “yön arayışları”… TİP ve 1965’te meclise girmesi… Kırsal kesimde toprak işgalleri, kentlerde işçi sınıf hareketliliği ve art arta gelen grevler… Kürt uyanışı ve “doğu mitingleri”… DİSK’in kurulması… Ülkenin öğrencisinin yanı sıra hâkiminin, savcısının, bürokratının vb. katıldığı kitlesel eylemler… 15-16 Haziran büyük işçi direnişi…
Bunları “68 kuşağı” yaratmamıştır; o kuşağın kendisi böyle bir hareketlilik döneminin ürünüdür.
Peki, çok mu önemli?
***
“Holding out for a hero” Galli şarkıcı Bonnie Tyler’ın 1984 yılına ait parçasıdır. Bir kahramana duyulan, sıradan birinin karşılayamayacağı bir ihtiyacı anlatır.
Tyler’ı ve özlemini bir yana bırakırsak bugün Türkiye solunun “kahraman” ihtiyacı içinde olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Asıl ihtiyaç, kahramanlık niyeti olmayan, “mücadele edeni sevip de kendisi mücadele etmeyi pek sevmeyen” (Aziz Nesin) insanları mücadeleye katmak, onları bu yönde hareketlendirmektir.
“Kahraman” figürü ise bu ihtiyacı gölgelediği, insanları köşelerine çekilip kahraman bekler duruma getirdiği, geçmişteki olumlulukları da salt kahramanların eseri saydırdığı ölçüde sakıncalıdır.
Başka sakıncalar da vardır.
Tarihe mal olmuş olaylar kendi toplumsal-nesnel temellerinden koparılıp kişilere ve onların yiğitliklerine (ya da planlarına) indirgendiği ölçüde karşı taraf da boş durmaz, zaten öteden beri meraklı olduğu manipülatif-konspiratif kurgulara sarılır…
Örneğini, yukarıdaki gibi kötü bir niyet taşıdığını söyleyemeyeceğimiz bir gazetecinin yazdığından verelim: “Daha sonra ortaya çıkan bilgilere göre 6 Ocak 1969’da Komer’in arabasının yakılması eylemi Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan tarafından planlanmıştı.” (Murat Yetkin, Meraklısı için Entrikalar Kitabı, Doğan Kitap 2017, s.278).
O tarihte bir arabanın yakılmış olması dışında gerçekle ilgisi yoktur.
Solda olup bu tür “gerçek sonrası” değerlendirmeleri kabul edenlerin de örneğin “Gezi olaylarını Osman Kavala (ya da bir başkası) planladı” şeklindeki saçmalıklara kızmaya hakkı yoktur.