Sosyalistsiniz, bu ülkedeki düzene karşı mücadele ediyorsunuz. Bu mücadelede karşınıza çeşitli engeller çıkıyor; bunların arasında, toplumda belirli bir yer etmiş ideolojik şartlanmalar da var. Aşmakta zorlanıyorsunuz.
Hangileri?
Biri “ileri” ve “radikal” versiyonları dâhil demokrasicilik, diğeri de zaman zaman sahneye “ulusalcılık” adıyla çıkan milliyetçilik…
Hangisi daha büyük engel?
Karar vermeden önce iki kritere başvuralım. Bu ikisinden hangisi mevcut düzenin ve rejimin manipülasyonlarına daha açık? Hangisi, hem “kanaat önderleri” denilen sınırlı bir kesimden hem de bununla aynı anda toplumun geniş kesimlerinden alıcı bulma anlamında daha nüfuz edici özelliklere sahip?
Bu kriterlerle birlikte alındığında daha büyük engel olarak ikisinden “demokrasiciliği” görenler ya kendi köşelerinde “en keskin ben görüneyim” hevesindedir ya da “kadrolaşma” dışında başka dertleri yoktur…
Bizce bu kadar açıktır.
***
Evet, AKP iktidarı zamanında suya demokrasi oltasını da atmıştır. Ancak, iktidarın iki ayağını birden dinci ideolojiye bastığı bu dönemde atılan oltaya gelenler, “liberaller” denilen sınırlı bir kesim olmuştur. “Halk” dediğimiz kesimin de bu oltaya üşüştüğünü söyleyemeyiz. Bugünkü rejim ise bir ayağını dinci ideolojiye diğer ayağını milliyetçiliğe basmaktadır. Bu duruşla attığı milliyetçilik oltasına bu kez “sol tarafın” ulusalcı kanaat önderleriyle birlikte daha geniş halk kesimleri de gelebilmektedir.
Bu saatten sonra rejimin demokrasi adına suya atabileceği ne oltası kalmıştır ne de böyle bir oltaya gelebilecek, kanaat önderleri dâhil herhangi bir kesim…
Tek istisnası yeni bir “çözüm masası” olabilir ki o bile bundan böyle imkânsız denebilecek kadar güçleşmiştir.
Şunu söylemiş oluyoruz: Eğer sol açısından “demokrasicilik” gibi bir tehlikeden söz edilecekse, ancak mevcut rejime karşı birikmiş kitlesel tepkinin yönetilmesi mümkün, düzen içi bir “çözüm” bağlamında bugünün değil yarının sorunu olarak edilebilir. Rejimin dağarcığında duran bir manipülasyon aracı olarak değil…
Buna karşılık, milliyetçilik, gene sol açısından, hem bugünün sorunudur hem de yarının sorunu olacaktır.
Sol, demokrasiciliğin herhangi bir dozunun insanı mutlaka liberal demokrasiye ve “sivil toplumculuğa” götüreceği, buna karşılık milliyetçiliğin belirli bir dozunun yurtseverliği ve giderek anti-emperyalizmi getireceği şeklindeki temelsiz düşünceden vaz geçmelidir.
Bunları elbette sosyalizm gibi bir hedefi olanlar için söylüyoruz. Bilinen asgari tanımıyla sosyalizm hedefini gözetmeyip kapitalizmi de batı dünyasının bir icadı gibi gören ve bu anlamda “anti-kapitalist” olan, düşünsel dağarcığı ise 1930’ların Kadro hareketini günümüze uyarlama çabalarından öteye geçmeyenler ayrıdır.
Ya da kendilerini “ayrı” sayıyorlardır; yoksa rejimin anti-emperyalizm oltasına gelme eğilimini fazlasıyla taşımaktadırlar.
Türkiye’de cumhuriyetçi, laik ve aydınlanmacı bir damarın olduğu açıktır; buna ilişkin herhangi bir tartışma olmaması gerekir.
Gelgelelim, bu damar, dışsal bir katalizör olmadan kendi başına daha ileri gitme potansiyelini tümüyle tüketmiştir. İleri gitme şöyle dursun, ülkenin sağına da soluna da mündemiç (ikisine de içkin) sosyal darwinizm bu damarı yozlaştırabilmekte, atılan oltalarla birlikte milliyetçiliğe daha fazla yaklaştırabilmektedir.
***
Peki, konunun “teorik” boyutu yok mu?
Olmaz olur mu?
Demokrasi, 19. yüzyılda ulaştığı içeriğiyle Marksizm içi bir başlıktır; eklentisi değil, onun içsel bir parçasıdır. Bu kavram ve pratikteki karşılığı daha sonra nerelere çekiştirilmiş olursa olsun demokrasi başlığının tümüyle silinip atıldığı bir Marksizm düşünemezsiniz.
Milliyetçilik ise böyle değildir.
Marksizm’in teorik kurgusunda milliyetçilik diye bir öğe yoktur. “Ulusalcılık” da yoktur. İkisinden de farklı bir kategori sayılması gereken “yurtseverlik” de Marksist teoriye içselleştirilemez; ancak, “özgül bağlamı” bir mücadele kurgusunda yer alan öğelerden biri olabilir.
1960’lara merak duyanlar için ekleyelim: Türkiye’deki cumhuriyetçi, laik ve aydınlanmacı damar, bu dönemde kendi dinamikleriyle mutasyon geçirip kendi içinden sosyalizme uç vermiş değildir. Başka bir oluşum ayrıştırıcı rol oynamıştır. Kim derseniz, aydın ayağının öncüleri, Kemalist damarın dışından gelen sosyalistler, komünistlerdir; gene o damarın dışından (karşısından değil) gelen işçiler/sendika önderleri ile Kürt aydınları ve emekçileridir.