Türkiye solu geçtiğimiz günlerde iki ayrı “başkanlık” meselesine odaklandı.
İlkinde, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yaklaşan parti kongresinde aday olmayacağını açıklaması ciddi tartışmalara yol açtı. Ardından, Canan Kaftancıoğlu’nun CHP İstanbul İl Başkanlığına seçilmesi ortamı hareketlendirdi. Bu konuya ilişkin olumlu-olumsuz çeşitli yorumlar hala sürüyor.
Devam etmeden önce burada “Türkiye solu” kavramıyla HDP/HDK oluşumlarının ve CHP’nin dışındaki solcuları, sosyalistleri kastettiğimizi hemen belirtelim.
HDP ve CHP dışındaki sosyalistlerin bu iki partideki gelişmelere önem verip izlemelerinde, kritik seçim ve tercihlerde belirli bir kişiyi ya da kesimi “tutmalarında” anormal bir yan yoktur.
Örneğin “dışardan” biri olarak kendi adımıza konuşursak biz de HDP’nin başında Demirtaş gibi bir liderin olmasını yeğleriz. Başka her şey bir yana en azından insanlara “benim 60 yıldır CHP’ye oy veren sıkı Kemalist ninem son seçimlerde Demirtaş’ı destekledi” dedirtebilmesi bile başlı başına önem taşır.
Daha fazlasını anlatmaya gerek görmüyoruz.
Sonra, CHP’nin İstanbul gibi büyük bir örgütünün başında Kaftancıoğlu’nun bulunmasından da memnuniyet duyarız. Başka her şey bir yana en azından kafası hala 1930’ların CHP’sinde olanlardan farklıdır, soldadır ve bir de Haziran Hareketi içinde yer almıştır.
Burada da daha fazlasını anlatmaya gerek görmüyoruz.
Ama bu iki partinin dışındaki solun Demirtaş ve Kaftancıoğlu olaylarına yaklaşımında kimi sorunlar olduğu kanısındayız ve bunlara kısaca değinmeye çalışacağız.
***
Başlıca sorun, HDP ve CHP dışındaki solun bu partilerdeki gelişmeleri gereğinden fazla “içselleştirmesidir”. Sol, sanki kendi ayrı zemini yokmuş gibi kendini oralardaki kimi eğilimlerle “özdeşleştirip” öyle hissediyor, düşünüyor ve tutum alıyor. Öyle ki sanki sosyalistler yol haritalarını HDP ve/ya da CHP içindeki herhangi bir eğilimle birlikte çizecekler, perspektiflerini gene buna göre geliştirecekler…
İlkinin türevi olan ikinci sorun ise, gene “dışardan” tercih ve taraf tutma durumları sonucunda, tercih edilen kişi dışında başka düşünceleri olanların ağır sıfatlarla "tu kaka" ilan edilmesidir. Örneğin HDP’de Demirtaş sonrasına ilişkin “arzu edilen” tutumu sergilemeyenler bir kalemde “ırkçı” ilan edilebilmektedir. CHP örneğinde ise Kaftancıoğlu’nun il başkanı seçilmesine “Soros operasyonu” damgası vuran malum çevreler var; bu çevrelere yönelik tepkiler ise kaybeden tarafı toptan “AKP-düzen yardakçısı” şeklinde yaftalamaya kadar gidebiliyor.
Oysa ne bizim de tercihimiz olan Demirtaş’ın Eş Başkanlığının sürmesi HDP’yi (bugün olduğu kadarıyla) ana yörüngesinden çıkarıp bambaşka bir yere götürebilir ne de olumlu bulduğumuz Kaftancıoğlu tercihi neredeyse yüz yaşındaki CHP’nin kabuk değiştirmesini sağlayabilir.
Tersinden de söyleyebiliriz: Ne Demirtaş’ın eş başkan olmaması HDP’nin solla olan bağlarını bıçak gibi kesip atabilir ne de Kaftancıoğlu’nun rakibi Cemal Canpolat’ın İl Başkanlığı İstanbul’da CHP’yi bugün durduğu yerden alıp olduğu gibi sağa çekebilir (di).
Türkiye solu, HDP ve CHP’deki gelişmelere kendi yükünü hafifletecek, önünde kapalı gördüğü kapıları açacak bir tür “bedava donanım” beklentisiyle yaklaşmaktan vazgeçmelidir.
Sosyalistler, tuttukları futbol takımları için tribünde “seninle ağlarım seninle gülerim” diyebilirler; ama aynı hissiyatı başka siyasal partiler için taşımaları pek sağlıklı bir durum sayılmamalıdır.