Dar

“Daralıyor alan. Üzerinize üzerinize geliyor. Kâbus gibi. Bir odaya kapatılmışsınız ve duvarlar daha çok sıkıştırıyor sizi giderek. Yaşayabileceğiniz, konuşabileceğiniz, nefes alabileceğiniz... tüm alanlar daraldıkça daralıyor...” demişiz son olarak. Kaldığımız yerden, daralmanın başka bir boyutunu göstermeye çalışarak devam edelim o halde... 

Dar, dar, dar... ne renk olsa acaba mobilyalar? Fıstık yeşili, adaçayı yeşili, petrol yeşili...Iııh, yeşil kasvetli gösterir evi, grinin elli tonu da olmaz tabii, yavru ağzı en iyisi. Rengi, boyutu, dokusu, kokusu... uzun uzun düşünmeli, ince eleyip sık dokumalı, en küçük ayrıntısıyla üzerinden geçmeli, gece rüya gündüz hayal görmeli, özenmeli bezenmeli, nihai kararı öyle vermeli, icabında günlerce düşünüp öyle döşemeli...

Her şeyin çaresi var, ruhu daralmış, ruhu daraltan insanın yok. Nasıl da geliyor üstüne üstüne. Oda oda. Dolap dolap. Mobilya mobilya. Halı halı. Halbuki o sadece kendi (dar) köşesinde, perdeleri de çekili (*) sana ne?!

Hayattan öylesine korkuyor ki, hayattan ve dışarıdaki havadan, sokaktan ve sokaktaki hareketten, her şey bir tehdit öğesi bu dar ruhlu insan için sanki. Öylesine çekiniyor ki, yaşamıyor olabilir aslında, söylemeye dilim varmıyor ama... ölü gibi. Bir tabuta olmasa da henüz, bir eve, bir odaya, bir salona, değiştirilecek mobilyalar aşkına kapanmış kalmış işte. Darala darala tabut günlerinin gelmesini bekliyor sadece.

Hücre olduğunu fark etmeden hücrelerine sokulmuş, kovuklarına çekilmiş, evlerine ve odalarına kapanmış kalmış, bedenen ve ruhen daralmış ne çok insan var böyle. Hemen her şeyleri, duvardan dört köşeleri. Bardak/tabak sergisi açtıkları vestiyerleri. Altı üstü ampül yakıp ortalığı ışıttıkları aydınlatma sistemleri. Üzerine basıp geçtikleri halılarının şekil ve şemalleri ve tabii ki maddi değeri. Salondaki, yatak odasındaki, banyodaki, ayakkabılıktaki vb aynaların boyutu, çerçevesi, konkav ve konveks özellikleri ve ötesi. Bu daracık alan ve hayatta sık sık kendilerine bakmaları icap edecek tabii. “Şeyler” karşısındaki hallerine, bir anlamda şeyleşmelerine... Evdeki “şeyler”in  esaretinde devam edip giden sefaletlerine... (**)

Eşya dar, eşyayla daralan akıl dar, odalar dar, insan dar.

Ne var? Bir evleri var işte. Ve ekranları. Hah, özellikle genç iseler - x, y, z kuşakları - hayatlarını kaplayan diktörtgen ekranlarını belki de en başa yazmalı. TV, cep telefonu ve biraz da notebook. Sürekli bakıp durmalı. X, y, z inç bir ekrana kapanıp, öyle daralmalı.

Başka ne var? Muayyen aralıklarla değişmesi icap eden mobilyalarını, halılarını, dolaplarını ve aynalarını biliyorsunuz zaten. Az önce söyledik. Onlarla geçip giden hayatlarını. Bilinmez değil. Yemekleri, çamaşırları, bulaşıkları, dizileri, meşin yuvarlakları ve diktörtgen telefonları... Malum. Bu kadar işte olup olacağı. Bir de gazete (Sözcü ya da Posta genelde) okuyup vahvahlanmaları ve cıkcıkcıklanmaları. İster üzüntülü ve sıkıntılı olsunlar, ister sevinçli ve rahat, her durumda eylemsiz boşluk insanları.

Hava hep kötü: soğuk, sıcak ya da ılık olması fark etmez, kötü işte. Dışarı çıkmanın alemi yok böyle kötü günlerde. Açılabilir insan, genişleyebilir sonra. Ufka bakabilir, yeni yollar arayabilir. Çok tehlikeli. Dışarısı dediğiniz zaten hep riskli. Ne olup biteceği belli mi? Her köşeden ayrı bir tehdit fışkırıyor adeta, her yerde ayrı bir bela. Terör de tırmanıverdi şimdi. Korunmayı ve korumayı bilmeli. Özellikle çocuğu. (Evet, çocukları bunlara emanet etmemeli!)

Arada çarşı pazar, konu komşu. Olacak o kadar sokak, nasılsa onlar da dar! “Ayy ilk defa çıkıyorum uzun zamandan beri”, hemen geçti gitti heyecan, nasıl da özledim sıcacık evimi şimdi. Koş git hadi!

İnsanın içini ezer, ruhunu yer bitirir, kendi darlığıyla çevresindekileri de daraltıverir böylesi.

Oysaki genişlemeli insan, açılmalı, ayağını yerden kesmeye gayret ederek koşmalı, uçmalı, sınırları zorlamalı, aşmalı... potansiyellerini genişletebilme/gerçekleştirebilme koşusunun içinde devinmeli sürekli.

İlerlemezse geriler mutlaka. İnsanın ruhunun daralması, en fenası.

Evet, daralıyor alan. Üzerinize üzerinize geliyor. Kâbus gibi. Bir odaya kapatılmışsınız ve duvarlar daha çok sıkıştırıyor sizi giderek. Yaşayabileceğiniz, konuşabileceğiniz, nefes alabileceğiniz... tüm alanlar daraldıkça daralıyor.

Bir de böyle düşünün şimdi...

-----

(*) Şükrü Erbaş’ın “Canı Cehenneme” şiirinden bir bölüm geliyor bir de akla:

Canı cehenneme rahat uyuyanın

Kapısını örtenin perdesini çekenin

Yüreği yalnız kendisiyle dolu olanın

Duvarları ancak çarpınca görenin

Canı cehenneme başkasının yangınıyla

Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.

 

(**) Hazır yeri gelmişken, bir de bu konuyu - yeni evli bir çift özelinde - en mükemmel şekilde işleyen edebi yapıtlardan birini, George Perec’in “Şeyler” romanını da tavsiye edelim.